Hızlıca geçip gitmeye devam eden yaz mevsimi sürecinde temmuz ayı sanki bir hafta gibi gelmişti çoğumuza. Yapmak istediklerimizi tam olarak yapamadığımız bir yazı yavaş yavaş geride bırakıyoruz. Elbette bu duruma ekonomik sıkıntıların büyük bir etkisi oldu. Ancak bunun dışında da kendimizi çoğu şeye yetişemiyor hissedip geride kaldığımızı düşünebiliyoruz.

Özellikle internetin hayatımızın ortasında var olması bize büyük kolaylık ve her bilgiye erişim imkanı sağlasa da diğer bir taraftan eksiklik duygusu da yaratmaya başlıyor. Yeni olan her şeyi deneyimlemek ve o konuya ilişkin bilgi sahibi olmak isterken adeta bir yarış içerisinde kalabiliyoruz. Yeni bir mekanın açılmış olması, yeni bir dedikodu, yeni bir film, yeni bir kitap veya çevremizde olan biten her şeye yetişmeye çalışıyoruz. Bunu takip ederken de sosyal medyanın gücünden faydalanabiliyoruz. Her an ulaşabilir olduğumuz internet sayesinde istediğimiz her yerde ve saatte neler olmuş bitmiş diye öğrenmek istiyoruz. Öğrendiğimiz her yeni bilgiyi sindirmeye veya özümsemeye vakit ayırmadan hemen başka bir bilgi peşinde koşuyoruz. Böylelikle de sadece tüketim yaptığımız bir hale dönüşüyoruz.

Uzun süre sosyal medya hesaplarınızı kontrol etmediğinizde bir şeyleri kaçıracakmış hissine kapıldığınız oluyor mu hiç? Ya da görseller ile desteklenmiş içeriklere maruz kalırken kendinizi kıyasladığınız oldu mu? Herkes evleniyor ben neden evlenemiyorum bende bir sorun mu var diye düşünmeye başlıyor musunuz? Başka bir örnek olarak da herkes popüler olan şeylere ayak uydurup bunları yaparken kendi içinizde bunları yapmanız gerekiyormuş hissini yaşıyor musunuz? Sanki sanal ağlarla birbirimize bağlandığımız bu dünyada herkesin yapıyor olduklarını takip etmez veya kendimizi güncellemezsek bir şeylerin gerisinde kalıyormuşuz gibi oluyor.

Buna treni kaçırma korkusu da diyebiliriz. Herkesin olduğu trenin dışında kalmak istemeyiz. Veya trendeysek de sürekli ön vagonlara ilerlemeye çalışırız. Belli bir süre sonra yarıştığımız tek şey trenin hızı olur. Trenden daha hızlı olmak isteriz ki her şeyi önceden biz görelim, biz deneyimleyelim, insanlara biz aktaralım isteriz. Son dakika yayınları gibi iş birlikleri içerisinde yapılan paylaşımlara maruz kalıyoruz. Her şeye yetişmeye, her bilgiyi öğrenmeye ve her şeyi uygulamaya çalışırken de aslında her şeyi yarım yapıyor oluyoruz. Sonrasında içeriğinin çok da önemi kalmayıp sürekli tükettiğimiz diziler gibi zamanımızı tüketiyoruz. Bir elimize telefon, kulağımızda kulaklıklar, karşımızda bilgisayar, diğer elimizde yemeğimizle kendimizi konu mankeni haline getiriyoruz. Yetişebilmek adına kendimizi göz ardı ediyoruz. Benliğimizi unutuyoruz. Ne dersiniz?