Bu hafta yine neye şaşıracağımızı bilemediğimiz bir hafta yaşıyoruz. Şaşırmaktan öte neye üzüleceğimizi veya neyi savunmamız gerektiği konusunda yetişemiyoruz. Maden kazası, sel felaketi, hayvanlara yapılan işkenceler, kadın cinayetleri ve üniversitelerin halka açılması bilgisi tüm bu şaşkınlıklarımızın sadece bazıları.

Konuya nereden başlayacağımı bilemiyorum ama hepimiz gibi söylemek istediğim çokça şey var. İnsana, hayvana veya doğaya yapılan şiddetin hala nasıl cezasız kaldığını veya yatarı olmayan cezalar ile cezasızlığın meşrulaştırıldığını anlamak mümkün değil. Sadece stresten, çok sevgiden veya gözüm döndü diyerek savunma yapılan olayların sonuçlarının çok daha dehşet verici olacağını öngöremiyoruz.

Şiddetin her türlüsünün karşısında olmamız gerekirken bazı şiddeti haklı çıkaran yaptırımlar sonucu önü alınamayan bir noktaya geldik. Ağaç olsun, çiçek olsun, hayvan olsun, insan olsun fark etmeksizin bir canlının hayatına son vermek bu kadar kolay olmamalı diye düşünüyorum.

Başka insanların hayatına nasıl zarar verilir biliyor musunuz? Tam da şu an ideolojinin yaptığı gibi adımlar atılarak. Öğrenciler için geleceğe kendilerini hazırladıkları üniversite kampüslerini halka açmak ve bunu uygulamaya başlamak üniversiteleri değersizleştirmekten başka bir şey değildir. Üniversiteler öğrencilerin kendi akranlarıyla güvenli bir şekilde iletişim kuru gündelik yaşamlarını sergilediği alanlardır. Sosyalleşme alanı müze gibi seyirlik bir eyleme dönüştürülemez. Bu hem öğrenciyi hem de üniversite hocalarını itibarsızlaştırır. Sonucunda ne mi olur? Her gün sokaklarda şahit olduğumuz eylemleri üniversitenin tam ortasında orada olmaması gereken kişiler tarafından gerçekleştiğini görürüz. Peki ya sonrası hiç düşündünüz mü?

Üniversite öğrencilerinin sosyal hayatını ve canlıların yaşamını düşünmeyen insanlar başka ne mi yapar? Siyanürle altın arattığı madende göçme riski olmasına rağmen önlem almaz ve çalışan işçilerini bile bile ölüme gönderir. Düşününce mantıksız gibi gelen bu durum tam da bu hafta Erzincan İliç’te altın madeni sahasında yaşandı. Toprak kayması sonucu göçük altında kalan işçilere ulaşılmaya ve kurtarılmaya çalışılıyor. Sorumlular gözaltına alınmaya başlansa da sonucu daha önemli bizler için. Ne olacağını tahmin etmek ve bunun olacağını bilmek çok üzücü. ‘’Petrol, doğalgaz ne varsa çıkaracağız’’ diyen bir ülke yöneticisinin açgözlülüğünü anlamak mümkün değil. Bu açgözlü kralın istekleri olsun diye hiçe sayılan canlar da bir veya iki değil artık.

Maden kazasına ilişkin son sözü ben değil de Friedrich Engels söylesin isterim. 1844 yılında İngiltere’de İşçi Sınıfının Koşulları kitabında ‘’Maden ocağı, birçok dehşet verici felaketin sahnesidir ve o felaketler de doğrudan doğruya burjuvazinin bencilliğinden ileri gelir.’’ cümlesi yer alıyor. Yüzyıllar öncesinden söylemiş olsa da fazlasıyla haklı görünüyor, ne dersiniz?