Byung-Chul Han bir kitabında ‘’...artık bu çağda, yaşamak için fazla ölüyüz ve ölmek için de fazla diriyiz.’’ diyor. Pandemi günlerinde bu cümleyi daha da düşünür oldum. İşsizlik, maddi sıkıntılar, eşitsizlik, geçim derdi gibi birçok farklı şeylerle uğraşmak zorunda kaldık. Dışarıdaki hayatı eve taşıdık. Evde yapılacak birbirinden farklı etkinlikler bulmaya çalıştık: yemek, oyun, eğitim, puzzle... Her şeyi yaparken evdeki günlerimiz yavaş yavaş sıradanlaşmaya başladı. 
Sıradanlaşan hayatlarımızda evimizde sıradanlıktan uzaklaşmaya çalıştık. Arkadaşlarımızla online sohbetler yapmayı denedik, işimizi eve taşıdık, temizliğe daha çok önem verdik, yeni bir dil öğrenmeye çalıştık, hobilerimize yeni alanlar katmayı denedik, evde yenilikler yapmaya çalıştık, mobilyalarımızı boyadık. Tüm bunları yaparken hayatımıza renk katmak amacındaydık. 
Yeniden kısıtlamaları yaşıyoruz. Sokağa çıkma yasakları yeniden başladı. Şimdi bu yeni gelen kısıtlamalar ilk kısıtlamaların tadını vermiyor gibi. İlk heyecanımızı yaşamıyoruz. Biraz sıkılmış, biraz da bunalmış durumdayız. Bu duyguları yaşarken Byung-Chul Han’ın kitabında yer alan söz beni daha da etkiliyor. Düşündürüyor. Gerçekten de ölü gibi mi yaşıyoruz artık veya ölmek için fazla mı diriyiz?
Ölmekten bir farkı olmayan sıradan bir hayat yaşamaya başladık. Sıradanlık bizi öldürüyor yavaş yavaş. Daha da kötüsü bunlara alışıyoruz. Yeni normalimizde maske ile yaşamaya başladık, akşamları evimizdeyiz, hafta sonları markete gidebiliyoruz sadece. Evimizde internet platformlarına sığdırabildiğimiz yeni bir hayat kurmaya başladık. Bu platforma arkadaşlıklarımızı, hobilerimizi, işimizi sığdırdık. 
En kötüsü de bu durumdan şikâyet etmeyi bıraktık. Eskiden her şey daha güzeldi, sohbet etmek için buluşuyorduk, kimseye sarılamıyoruz bile demeyi bıraktık. Havalar soğudu, kar ne zaman yağacak, yeni bir virüs çıkmış gibi konulara çeviriyoruz muhabbetlerimizi. Hayatımızdaki insanlara daha az zaman ayırmaya başladık. Daha çok zamanımız olmasına rağmen. Bu artık zamanı kendimize kullanabiliyorsak ne ala. 
Yılın sonu yaklaşırken biraz umutsuz veya karamsar düşünceler sarıyor aklımı. Düşünmeden ve geçen zamanı sorgulamadan duramıyorum. Geçmişi sorgulamadan ve gelecek için adım oluşturabilecek düşünceler oluşturmadan yeni yılın gelmesinin bir anlamı olmuyor. Sorgulamayınca hayatımız sıradanlaşıyor. Sıradanlaştıkça da yaşarken ruhunu kaybeden insanlara dönüşüyoruz. Ölüyoruz. 
Haydi bir adım at kendin için demek oldukça kolay. Uygulamak ve bunu sürdürmek aslolan. Biraz cesaret ve kararlılığa ihtiyacımız var sıradanlıktan uzaklaşmak için. Jabbar’ın ‘’Cesaretsizce Olmuyor’’ şarkısında olduğu gibi cesarete ihtiyacımız var. Tıpkı çocukluğumuzda yaptığımız her şeyi, pes etmeden yeniden heyecanla ve cesaretle yaptığımız gibi. Belki de yılların ilerleyerek bizi büyütmesine değil de çocukluğumuza geri döndürmeye ihtiyacımız vardır. Kim bilir?