Nisan ayının ilk haftasını tamamlamamıza rağmen inatla baharın gelmediği bu günlerde izlenebilecek en nefis filmler bana göre Yeşilçam filmleridir. Selvi Boylum Al Yazmalım filmi ise Yeşilçam’ın atası, anası, yapı taşı ve zirvesidir.
Birçok kişinin izlediği, izlemeyenin ise çok şey kaybettiği bu film zamanın “etnik duygularına” aşk ve sevgiyle karşı koymuştur.
Filmimiz başrol Asya’nın (Türkan Şoray) köyünde masum ama neşeli hayatıyla başlıyor. O zamanların klasiklerinden olan çeşme başındaki genç kız kahkahaları, annelerin gir kız içeri kız tarafı çok göz önünde durmaz ithamlarıyla sürüp giden bir hayat... bu kapalı ve dünyadan bir haber hayatın içinde Asya’nın karşısına çıkan dağ gibi delikanlı İlyas (Tarık Akan)...
İşte bu iki gencin “aşkını” ve aşk yuvaları olan ve kültleşmiş kırmızı kamyonu konu alan film bazı izleyicilerin aşka olan inancını kabartırken bazılarının ise yerle bir ediyor. Ben ise İlyas’la hayalleri yıkılan ancak Cemşit’le ( Ahmet Mekin) tekrar düşler ülkesine dönenlerdenim.
Filmin ikinci kısmında ise güzeller güzeli Asya’nın hayatında olan ve birbirinden her konuda tamamıyla zıt iki karaktere sahip Cemşit ve İlyas’a değiniyor. Bu kısımda dağ gibi delikanlı deyip kızı ailesinden alabilmek için türlü türlü cambazlıklar yapıp hepimizin gözünü boyayan İlyas’la başlıyoruz yolculuğa. Düşündükçe bile sinirlerimi alt üst eden bu karakter bizim saf pak kızımızı ne vaatlerle kandırıyor ve sonra ortalık yerde elinde minicik bir yavruyla bırakıp gidiyor. Bırakmasının nedeni de beyefendinin bir “şehirli” olması... be adam madem gelemeyeceksin saf ve sadık aşka niye oyalayıp duruyorsun bizim güzel kızımızı, yüzü cehennem göresice İlyas...
Ancak öyle bir ikinci erkek karakterimiz var ki bal de yut bebek de uyut öyle tatlı öyle naif öyle düşünceli... canım Cemşit. Cemşit bey çok eskilerden karısını ve bebeğini kaybedip öksüz kalmış bir baba. Başını koyacağı şefkatli bir kucağa ve evinde pişecek sıcacık bir tas çorbaya hasret bu adamcağız. Bazıları gibi iki üç aşk lafıyla kadınları kandırıp gönül eğlendirip sonra kaçan korkaklardan değil yani. Tam tersine dul kalmış bir kadını ve onun küçük bebeğini şefkatiyle sarıp kollayacak yaralarını saracak bir babayiğit.
İşte bu iki birbirinden tamamiyle zıt erkekler maalesef ki her nesilde ve her çağda boyun göstermektedirler. Hatta ki günümüzde İlyas’lar o kadar çoğalmıştır ki artık birçok güzel kızımız İlyas gibi “bad boy”ların ağzının içine bakar olmuş gerçek aşkın kaçmalı kovalamalı, kavgalı dövüşlü ve ağlamalı zırlamalı olacağına inanmıştır. Bunu biliyorum çünkü bu filmin adını internete yazacağınızda karşınıza çıkacak ilk gönderiler hep İlyas’ı övmeye yöneliktir.
Oysa daha o zamanlarda bizim saf ve bir nevi cahil dediğimiz Asya bile aşkın bu olmadığını gerçek aşkın Cemşit gibi olduğunu anlayıp zor olsa da doğru kararı verebilmiştir. Asya’nın da dediği gibi “sevgi iyiliktir, sevgi emektir, sevgi dostluktur.” Sevgi zor bir durum oluştuğunda biz yapamıyoruz sen yoluna ben yoluma demek değil biz beraber olursak halledebiliriz demektir. Sevgi iki uyuşmazlık yaşandığında ben seni mutsuz ederim deyip kaçmak değil biz seversek her şeyi güzelleştirebiliriz demektir. Sevgi şefkattir, anlayıştır, saygıdır, sahip çıkmak koruyup kollamaktır sevgi.
Bu yüzdendir ki sevgili okuyucular ve izleyiciler siz de bu eseri ortaya sunan yazarımız Cengiz Aytmatov’un sözlerine kulak verin ve sevgiyi saygıyı seçin. Toksik bir şekilde size özsaygınızı unutturanı değil. Her Asya’nın İlyas gibi karaktersiz, korkak ve şovmen biri yerine Cemşit gibi kendinden emin, özgüvenli ve şefkatli adamları seçtiği günlere... iyi seyirler.