Yine sizi heyecanlandıracak ve “yav kardeşim ne oluyor yav ne oluyorrr” dedirtecek bir filmle karşınızdayım. Yüzü melek olsa da güvenmeyeceksin kadın aldatır zekasıyla şeytanı diyeceğiniz Gone Girl yapımı izleyiciyi tam anlamıyla ekrana kilitliyor ve abooo hissi yaratıyor.

Film bana biraz psikopat sevgililerin barındırıldığı, bir mazoşist ile satanistin birbirine aşık olduğu You dizisini anımsattı. Ya da bilemiyorum insan Stockholm Sendromuna yakalanıyor da içindeki bad boy/girl sevdasına karşı mı koyamıyor ben anlamadım. Şimdi sizlere bu dediğim lafları haklı çıkaracak şekilde filmi anlatmak isterdim de çok fazla spoiler olayına girip atmosferi de bozmayı istemiyorum.      

            Yapım yakışıklı bir bey ve güpgüzel bir kızın tanışması, aşkı, olgun evlilikleri, yani mükemmel hayatlarını anlatarak başlıyor. Sonrasında ise bu o kadar iyi anlaşan çiftimiz bir süre sonra birbirlerinden nefret etmeye başlıyorlar. Bunun nedenini de söyleyeyim ben size; samimiyetsizlik. Bir insanla hayatını geçirmek istiyorsan samimi olacaksın kardeşim, bağırmak mı istiyorsun bağır ta ki ona bağırmaya kıyamayacağın noktaya gelene kadar. Ağlamak mı istiyorsun ağla ya insan hayat arkadaşından çekinir mi? Sen o insanla bir evi bir hayatı paylaşıp hayata yeni insan taneleri getireceksin çekinerek kendini gizleyerek olmaz tabii bu iş. Samimiyet olmazsa olayın sonunda aynı bu çiftimiz gibi elle tutulur bi neden olmasa da birbirinizden nefret etmeye başlarsınız ancak sonunuz aynı bu çiftimiz gibi olmaz umarım yoksa işimiz yaş.

            Filmi izlerken triplere girip karakterlerden hem nefret edip hem sevecek, zekalarını takdir ederken ahmak mısın yaa diyeceksiniz. Akıcı ve merak uyandırıcı bir yapım ben öneririm.