Geçtiğimiz günlerde Gezi olayları nedeniyle yargılama sürecinde sonuca ulaşan bir karar ile karşılaştık. Verilen karara ilişkin sosyal medyada tepkiler oluşsa da sonuca bir etkisi olamadı maalesef. Karar çoktan verilmişti. Ancak bu karar sonucu bazı inançlarımızı sorgulamaya başladık. Özellikle vatandaşı olduğumuz ülke yasalarının bizleri nasıl koruduğuna ilişkin inancımızı yeniden sorguladık.

Verilen müebbet cezası ve on sekiz yıl hapis cezasına dair sunulan gerekçelerin ne kadar gerçekçi olduğunu düşünelim. 2013 yılında yaşanan ve yıllar sonra ilk kez tüm ülkenin aynı ruhu taşıdığı bir süreçte yargılamalar yıllardır devam ediyor. Beraat edenler, ceza alanlar ve hala dosyası mahkemede olan insanlar var. Ancak verilen bu cezaya ilişkin karar yargı sürecinin tutarsızlığını ortaya koymaktadır.

Geç gelen adalet, adalet değildir derken bunu düşünmemiştik. Sanki koskoca ülke açık bir cezaevi gibi. Sözde özgürüz en azından kapalı kapılar ardında değiliz ancak zihnimiz kocaman bir hapishanenin bir parçası. Sözde yasal hak olarak eylem yapma hakkımız varken izinsiz eylem yapıldığı gerekçesiyle tutuklanabilir ve hatta sonucunda ceza alabiliriz.

Tüm bu Gezi sürecinin bu şekilde sürdürülüyor olması inançlarımız dışında güven duygumuzu da yaraladı. Tesadüfen hayatta kalıp tesadüfen ay sonunu getirebildiğimiz ve günlük yaşamlarımız içerisinde basit tüketimler yapabildiğimiz bir duruma geldik. Temel ihtiyaçlar dışında kalan her şey lüks olmaya başladı. Maskeler kalkmaya başladı ancak zihinlerimize takılan maskelerin katları daha da arttı.

Kadın cinayetlerinde, çocuk tacizinde veya hayvanlara gösterilen şiddette benzer bir cezalandırma yöntemi uygulamayan yargı sistemi, söz konusu devlet çıkarları olduğu zaman yasalara göre karar verme eğilimi gösterebiliyor. Söz konusu devlet çıkarları olduğu zaman yasaları doğru bir şekilde uygulayan yargı mensuplarının görevlerine son verilebiliyor. Yasalar açık bir şekilde belirtilirken uygulama aşamasında farklılıklar gösterebiliyor. Peki o zaman adalet dediğimiz şey ne? Kimin için adalet?

Tüm bu süreç içerisinde insanın kendini güvensiz, huzursuz hissetmesi olağandır. Çünkü birey ya basit bir hayat sürmeyi kabul edecek ya da karşısına çıkan engeller ile baş etmek zorunda kalacaktır. Zorluklarla mücadele etmek veya engelleri aşmak her zaman kolay değildir. Çünkü mücadele etmeniz gereken şey bir kişi veya birey değildir. Koskoca bir sistemdir. Sistem her zaman kendi varlığını sürdürmek ister.

Şimdi soruyorum, hepimiz ordaydık ve hepimizin birlikte olduğu bir olaydan dolayı neden rahatsız olunuyor? Güç dediğimiz şey neden bizden farklı olan veya farklı düşünen insanlar için kullanılıyor? Farklı olana dair tahammülümüz bu kadar mı düşük? Farklı olana dair bu kadar güç uygulanabiliyorsa o zaman bu yasaların gücünün uygulanmadığı taciz, tecavüz, cinayet ve şiddet aslında bizim için normal mi olmalı? Ne dersiniz?