Nihayet ortaokul bitmişti. Artık lise öğrencisi idim. Karatekin Esnafspor minik takımından artık genç takıma terfi etmiştik ama amatör kümede yaşım hala tutmuyordu. Futbol en büyük tutkum haline gelmişti. Ancak vücudum çok çelimsizdi. O yıllarda kalıplı insanlar revaçtaydı. Esnafspor’un her şeyi, malzemecisi, antrenörü efsane insan KALFA bana, “Çok çelimsizsin, güçlenmen gerek” diyordu. O kadar çok futbolcu vardı ki bizim o yaşta kadroya girmemiz imkansızdı. Abimler A takımında oynuyorlardı. Atıf abi, Kazım abi, Durmuş abi, Bayram abi, Nihat abi gibi isimler varken, bize forma düşmesi de zaten imkansızdı. Yaşımız tutsa bile… O yıllarda tribünde 3 bin kişi olurdu en az. Demirspor, Çankırı Gençlik, Çerkeş, Karagücü ve Karatekin Esnafspor o yıllarda 1. Amatör Küme’nin şampiyon adaylarıydı ve maçlar çok çetin geçiyordu. Ligin orta sıralarında yer alan takımları ise Kurşunlu, Ilgaz, Yapraklı Eldivan idi. İbrahim Zincirci bir gün bana, “Yapraklıspor’a gelsene, burada direkt oynarsın. Orada ağzınla kuş tutsan oynama şansın yok. Bak ben direkt oynuyorum” dedi. Aynı sözleri lise 1’de sıra arkadaşım Cüneyt’te  söylemişti. O da Yapraklıspor’da oynuyordu. Futbol her şey olunca  dersleri asmıştım. Bir gün arkadaşın birisi büyüteç getirmiş okula. Cam kenarında bir sırada oturuyoruz. Cüneyt kadife bir pantolon giymiş. Aylardan eylül. Okul yeni açılmış ama günlük güneşlik bir gün. Büyüteci ders boyunca Cüneyt’in pantolonuna tuttuğumu hatırlıyorum. Bir ara duman çıkmaya başladı. Dersin ortasında gülüştük. Ders Tarih dersi. Öğretmen müdürün karısı lakabı MONTOFON. O kadar şişman ki kapıdan zor sığıyor o derece. Öğrenciler montofon ismini takmışlar. “Ne gülüyorsunuz. Gelin ikiniz tahtaya” dedi. Çıktık mecburen Cüneyt’le tahtaya. Önce Cüneyt’e  sordu: “Söyle bakalım, kaç çeşit takvim vardır?” Sırtını döndü, arka sıralara doğru yürümeye başladı. Cüneyt bana sordu.  Ellerini açarak, “Ne bileyim söyle işte. Duvar takvimi falan söyle işte” dedim. Hoca geri döndü. Cüneyt hala düşünüyor. Bana, “Söyle bakalım, tekerlek ne zaman icat edildi” dedi. Ve Cüneyt’e dönerek, “Evet Cüneyt efendi seni dinliyorum” dedi. Cüneyt başladı: “Duvar takvimi, masa takvimi demeye kalmadan” “Aferin oğlum, saatli maarif takvimini unuttun” ama neyse otur yerine SIFIR. Bir daha derste gülmemeyi öğrenirsin” dedi. Bütün sınıftan bir kahkaha tufanı yükseldi. Cüneyt sıraya doğru ilerlerken, “Söyle bakalım Yeşildal, seni dinliyorum” dedi. “Hocam valla çok eski devirlerde icat edildiğini biliyorum ama tarih veremem” dedim. “Otur yerine sıfır. Utanmadan bir de dalga geçiyorsun” dedi.
    
Yine bir tarih dersindeyiz. Günün ilk dersi. İkinci ders biyoloji. Deney için Cüneyt kurbağa getirmiş. Montofon kürsüde oturuyor ve ders anlatıyor.  Yanlışlıkla ayağım karton kutuya çarptı kutu devrildi. Kurbağa kürsüye doğru zıplamaya başladı. Hoca neredeyse baygınlık geçirdi. Sınıftan bağıra bağıra çıktı. Az sonra müdür sınıfa girdi. “Kim bu terbiyesizliği yapan” dedi. Cüneyt, “Hocam valla bir kötü niyetimiz yok. Biyoloji hocamız deney için getirtti. Arkadaşın ayağı yanlışlıkla kutuya çarptı. Bir kastımız yok” dedi. Ben de “Evet hocam, aynen öyle oldu. Özür dilerim. Gidip hocamın elini öpeceğim” dedim. Müdürün öğrenciler arasındaki lakabı ise ‘Hafız Nuri’ idi. İyi bir insandı. Biyoloji hocasıyla görüştü. Hocanın elini öptüm. Özür de diledim, işi tatlıya bağladık.

O sene haylazlık yetmezmiş gibi futboldan derslere zaman ayıramadığım  gibi bir de aşık olmuştum. Çankırı’nın en güzel kızına. Başımda kavak yelleri esiyordu.
(Devamı haftaya)