Alanya, üç tarafı denizlerle çevrili, Akdeniz’in kalbi ve Türkiye’nin gözbebeği. Bu şehir sadece tarihiyle, doğasıyla değil; kıyılarıyla da dünyanın en özel yerlerinden biri. Kleopatra Plajı, Damlataş, İncekum, Mahmutlar, Dim Çayı’nın serin suları… Her biri, hem yerel halk hem de milyonlarca turist için eşsiz bir değer.

Fakat son yıllarda bu eşsiz kıyıların kullanımında ciddi tartışmalar yaşanıyor. Vatandaşlardan gelen şikâyetler artıyor: “Denize giremiyoruz.” Plajlarda şezlonglar sahili kapatıyor, işletmeler giriş ücreti talep ediyor, kimi yerlerde kıyıya ulaşan yollar bile özel mülk gibi sınırlandırılıyor. Peki, gerçekten kıyılar kimin?

Bu sorunun cevabı aslında çok net. Anayasa’nın 43. maddesi şöyle diyor: “Kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Buralardan yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.” Yani kıyılar hiç kimsenin özel mülkü değildir. Bir işletmenin veya şahsın kıyıyı kapatması, vatandaşa “şezlong parası öde, otur” demesi hukuka aykırıdır. Kıyılar herkesindir. Türk hukuk düzeninde bu durum ayrıca 3621 sayılı Kıyı Kanunu ile açıkça düzenlenmiştir. Kanuna göre kıyılar, herkesin eşit ve serbest kullanımına açıktır.

Ne var ki kağıt üzerindeki hukuk ile sahildeki manzara birbirinden farklıdır. Vatandaş yaz aylarında sahile indiğinde karşısına dizilmiş şezlonglar, yüksek fiyatlar ve “buradan giremezsin” uyarıları çıkıyor.

Ama en önemlisi, işin yerel halk boyutudur. Kendi şehrinde, doğup büyüdüğü kıyılara ulaşamayan, özgürce denize giremeyen bir halk düşünülebilir mi? Yerel halk Alanya’nın gerçek sahipleridir. Bu şehirde doğan, büyüyen, çalışan, vergi veren insanlar; turizmin ve ekonominin omurgasını oluşturur. Onların en doğal hakkı olan denize erişimlerinin engellenmesi sadece bir ekonomik mesele değil, aynı zamanda bir hak gaspıdır. Turistler için “Alanya pahalı” algısı ne kadar üzücü ise, yerel halk için durum on kat daha ağırdır. Çünkü turist bir sonraki tatilinde başka bir ülkeyi seçebilir ama Alanyalı’nınbaşka bir memleketi yoktur. Bu şehir onların evidir. Evinin sahiline, kendi mahallesinin kıyısına ulaşamayan bir halkın adalet duygusu zedelenir, aidiyet bağı sarsılır. Hukuk yalnızca yabancı sermayeyi değil, her şeyden önce bu şehirde yaşayan insanı, yani yerel halkı korumak için vardır.

Anayasa’nın 43. maddesi yalnızca teorik bir kural değildir; halka verilmiş bir güvencedir. “Kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır” ifadesi, halkın ortak kullanım hakkını korumak için yazılmıştır. Yani kıyılar yalnızca turist için değil, yerel halk için de vardır. Bu halk, yaz sıcağında Dim Çayı’nda serinlemeyi, akşamüstü Kleopatra’da yürümeyi, sabah denize girmeyi en doğal hak olarak görmelidir. Çünkü bu hak doğuştan gelir, satılamaz, devredilemez.

Kıyılar yalnızca bugünün halkının değil, gelecek nesillerin de hakkıdır. Çocuklarımızın özgürce denize girebilmesi, gençlerimizin sahillerde sosyalleşebilmesi, yaşlılarımızın deniz havası alabilmesi için bu miras korunmak zorundadır. Bugün sahiller ticari bir meta gibi görülürse, yarın elimizde sadece beton yığınları kalır.

Alanya’nın üç tarafını çevreleyen deniz, şehrin kalbidir. Bu kalp yalnızca turizm gelirleri için atmaz; aynı zamanda halkın özgürlük, huzur ve yaşam hakkı için de atar. Anayasa ve kanunlar çok açık: Kıyılar halkındır. Bugün sormamız gereken temel soru şudur: Bu sahiller kimin? Cevabı nettir: Ne belediyenin, ne otelin, ne işletmenin… Sahiller halkındır.