Futbol sadece sahada oynanan bir oyun değildir. Tribünlerde, televizyon ekranlarında, ekonomide, siyasette ve hatta hukukun en hassas noktalarında hayat bulan dev bir ekosistemdir. Bugün tartıştığımız soru da bunun bir parçası: Bir bahis şirketi sahibi kulüp başkanı olabilir mi?

İlk bakışta “neden olmasın” diyebilirsiniz. Neticede kulüpler ekonomik krizler içinde boğuluyor, güçlü sermaye sahipleri başkan adayı olduğunda taraftarlar umutlanıyor. Ancak işin hukuki ve etik boyutuna yakından bakıldığında, bu mesele sadece bir finansal güç tartışması olmaktan çıkıyor. Çünkü bahis sektörü ile futbol kulüpleri arasındaki ilişki, doğası gereği çıkar çatışmasına gebedir.

Uluslararası hukuk bu konuda oldukça nettir. FIFA Etik Kuralları, futbol dünyasında görev alan kişilerin bahis faaliyetleriyle herhangi bir bağlantı kurmasını yasaklar. Amaç basit: Futbolun dürüstlüğünü, güvenilirliğini ve rekabetin eşitliğini korumak. Aynı kural UEFA’nın lisans talimatlarında da kendini gösterir. Yani bir kişi hem bahis sektöründe iş insanı olup hem de bir kulübün yönetiminde bulunduğunda, en küçük kararda bile “çıkar çatışması” şüphesi doğar.

Türkiye’de ise durum daha da kesin. TFF Futbol Disiplin Talimatı’nın 57. maddesi, futbolun hiçbir paydaşının futbolcu, yönetici, hakem ya da kulüp başkanı fark etmez bahis şirketlerinde doğrudan veya dolaylı menfaat sahibi olamayacağını açıkça düzenliyor. Bu yasağa uymayanlar için 3 aydan 1 yıla kadar hak mahrumiyeti cezası öngörülüyor. Geçmişte futbolculara bu madde üzerinden disiplin cezaları verildi. Dolayısıyla bir bahis şirketi sahibinin kulüp başkanı olması yalnızca etik tartışma değil, disiplin suçu niteliğinde.

Burada devreye toplumun algısı da giriyor. Düşünün, bir kulüp başkanının aynı zamanda dev bir bahis şirketinin sahibi olduğunu biliyorsunuz. Hakemin tartışmalı penaltı kararı, oyuncunun gördüğü kırmızı kart, kulübün transfer politikası… Tüm bu gelişmeler, taraftarın zihninde “acaba bahis şirketine mi yarıyor” sorusunu uyandırmaz mı? Futbol zaten yeterince şaibelerle sarsılmışken, bu tür bir başkanlık algıyı daha da zedelemez mi?

Futbolun özü güven üzerine kuruludur. Taraftar sahaya inanmalı, hakemin düdüğüne güvenmeli, yöneticinin kararını şüpheyle değil, şeffaflıkla görmelidir. Oysa bahis şirketi sahibi bir başkan, daha koltuğa oturduğu anda bu güveni tartışmaya açar. Hatta belki de hiçbir yanlış yapmasa bile, kamu vicdanında sürekli bir gölge oluşur.

Şunu da unutmamak gerekir: Kulüpler sadece sportif kurumlar değil, aynı zamanda toplumsal birer değer. Bir şehir, bir nesil, bir tarih kulüp kimliğinde birleşir. Dolayısıyla başkanlık makamı yalnızca mali güç değil, etik bir sorumluluk da gerektirir. Bu sorumluluk, futbolun adaletine gölge düşürecek hiçbir iş alanıyla bağdaşmaz.

Bazıları “ama bahis şirketleri zaten kulüplere sponsor oluyor” diyebilir. Doğru, bugün birçok kulüp forma reklamında, stat isim hakkı anlaşmalarında bahis şirketleriyle iş birliği yapıyor. Ancak sponsor olmak ile doğrudan kulüp başkanı olmak arasında derin bir fark var. Sponsor, kulübün paydaşıdır; başkan ise karar merciidir. Bu ayrımı gözden kaçırmamak gerekir.

Sonuç olarak mesele sadece “olabilir mi?” sorusuyla sınırlı değildir. Bu tartışmanın cevabı hukukta da, vicdanda da çok açıktır: Bahis şirketi sahibi bir kişi kulüp başkanı olamaz. Çünkü futbolun itibarı yalnızca yeşil sahada değil, yönetim masasında da şekillenir. Eğer o masada çıkar çatışması gölgesi varsa, atılan her imza, çalınan her düdük tartışmalı hale gelir. Futbolu yaşatan şey para değil, güven ve inançtır; o güveni zedeleyen her adım oyunun ruhuna ihanettir.