İlkokul öğretmenim Rabia Özler. Tam bir çağdaş Cumhuriyet kadını. Katıksız bir Atatürkçü. Aklımda kalan  en önemli anı. Ödev vermiş. Bir gün önce ödevlerimizi kontrol ediyor. Her gün mendillerimizin üzerinde tırnak kontrolü de yapardı. Sıra bana geldiğinde ödevi yapmamışım. Nedenini hatırlamıyorum, belki de tembellik kaynaklı. Öğretmenim yapmadım diye yanıt veriyorum.  Öğretmenim beni azarlıyor. Biraz nasihat ettikten sonra aynı ödevi iki kere yazmamı, ertesi gün kontrol edeceğini söylüyor. Bir arkadaşımız ise ismini hatırlamıyorum, daha doğrusu emin değilim, hatırlasam da ifşa etmek belki doğru da olmaz. Öğretmenim defterimi evde unuttum diyor. Çankırı’da en uzak eve 15 dakikada ulaşabilirsiniz.  Öğrenciler de zaten Kurtuluş İlkokulunda seçme. Küçük bir şehir. Herkes herkesi tanıyor. Yabancı yerleşim yok o yıllarda. Rabia öğretmen madem evde unuttun git getir diyor. Arkadaşım eve defterini almaya gidiyor. Gidiş o gidiş. Geri dönmüyor. Öğretmenimiz okul hademesini velisini çağırmakla görevlendiriyor ve okul çıkışında veli okula geliyor durumu veliye anlatıyor. Tabi ki arkadaşım ödevini yapmamış, gerçek ortaya çıkıyor. Eve gidiyorum akşam. Akılsız başın sıkıntısını ayaklar çeker misali, ödevi cezalı şekilde bonuslu olarak yapıyorum ve kendime kızıyorum. Vaktinde yapsaydın da bu eziyeti çekmeseydin. Ertesi gün öğretmenimiz her ikimizi tahtaya çekiyor ve tarihi bir ders veriyor: Bakın çocuklar bu iki arkadaşınız ödevlerin dün yapmamışlardı. Ertuğrul arkadaşınız kıvırmadan ödevimi yapmadım dedi ona kızdım. Yüzü bir kere kızardı, bakın cezalı olarak ödevini yapmış getirmiş ama bu arkadaşınız defterimi evde unuttum dedi. Yüzü şimdi ikinci kere kızarıyor. Çünkü yalan söylemiş. Annesini okula davet ettim. Ödevini yapmadığını öğrendim. Defterimi evde unuttum dedi yüzü kızararak. Ama yalanı ortaya çıktı, yüzü bir daha kızardı. Siz siz olun asla yalan söylemeyin.
Yukarıda Kurtuluş İlkokulu’nda seçme öğrenci alınıyor demiştim. Şöyle: Tahir Selenay Okul Müdürü tam bir diktatör ama mesleğini severek yapan bir insan. Elit insanların çocuklarını tespit edip birinci sınıfa alıyor sonra kontenjan doldu deyip istemediği ailelerin çocuklarını kayıt etmiyor. Amacı okulun başarısını artırmak, başarılı olmak. O yıllarda hiç kimsenin aklına gelmeyen diafon sistemini sınıflara kurduruyor.
Yağmurlu, karlı ve soğuk günlerde İstiklal Marşı sınıflarda okunsun, öğrenciler soğuktan, yağmurdan etkilenmesin diye o kadar da öğrencilerini düşünen bir insan yani. Saçımız uzunsa kapıda bekliyor.  Elinde bir makas kafamıza A harfi yazıyor. Sanırım birçok arkadaşım bu uygulamayla başbaşa kalmıştır. Bahar ayı geldiğinde nedense uzun pantolonla okula gelmemizi istemezdi. Bir keresinde elinde makas. Baktı saçım kısa ama uzun pantolonla okula gelmişim.  Aldı makası eline pantolonumu diz üstünün bir karış fazla yerinden kesti kısalttı. Okul dönüşü beni öyle görünce annem şaşırdı. “Oğlum, ne oldu pantolonuna” dedi. “TAHİR SELENAY”  kesti dedim. Annem güldü. Babama söylemiş tabi.  Tahir Selenay yakın arkadaşı. Ertesi gün okula gitmiş çayını içmeye. “Yav ben devlet memuruyum, bana kastın” ne diye takılmış. Diafon konusunu da orada açmış. “Sen iyi niyetle sınıflara diafon koydun ama öğretmenler rahatsız. Ders işlerken izlenmekten rahatsızlar” demiş. “Hafiye Başöğretmen” diye takılmış.
Babam o yıllarda okul aile birliği yönetiminde idi sanırım. Öğretmenimi o kadar çok seviyorum ki 1. sınıfın sonunda bana, “Bavulunu hazırla, tatile götüreyim seni” diyor. Abana’ya tatile gidecekler. İple çekiyorum okulun tatile girmesini. Öğretmenim samimi ama annem öğretmenime yük olurum diye izin vermiyor. İlkokula başladığımda kalem tutmayı beceremediğimden midir nedir, yoksa kasların gelişmemiş olmasından mı nedendir, eğik çizgi çizmeyi bir türlü beceremiyorum. Çok yoruluyorum. Öğretmenimiz de eve çok ödev veriyordu. Oyun oynamaya zaman kalmıyordu. Tam gün okuldaydık. Kışın da gündüzler kısa. Bir gün ders yaparken evde konuklar falan da var. “Yav şu çomar ne rahat. Ekmek elden, su gölden. Ödev yok, ders yok rahat rahat yatıyor” dedim. Yüksek sesle evdekiler kahkahalarla güldüler. Yıllarca dillerinden bunu düşürmediler. Oysaki köpeğin rahatlığını kıskanmıştım. Atatürk İlkokulu yıkılıp yeniden yapılmaya  başlayınca bizim okulun adı Atatürk Kurtuluş İlkokulu oldu. O okulun öğrencileri de gelince çift tedrisata dönüştü. Sabahçı-öğlenci uygulanması geldi. Nihayet oyun için vakit kalmıştı. İlkokulda 5. yılın sonunda ilkokul bitirme sınavları vardı. Sınavı öğretmenler kurulu yapıyordu. Bizim başarımız öğretmenimizin başarısı idi. Son sınıfta öğretmenimiz bütün sınıfa kurs verdi tabi ki ücretsiz. Bizim başarılı olmamızı istiyordu. Öğretmenler arasında sınıflarının başarılı olması konusunda tatlı bir rekabette söz konusuydu. RABİA ÖZLER benim yaşantıma yön veren en önemli kişilerden birisidir. Nurlar içinde uyusun sevgili öğretmenim.
(Tam kapanma nedeniyle yazılar gecikti. Devamı haftaya)