Bizim gençliğimizin iki önemli siyasi aktörleri.
Rahmetli Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel’di.
Aslında bir üçüncüsü Alparslan Türkeş, dördüncüsü de Necmettin Erbakan’dı.
Ben rahmetli Ecevit’in adını dağlara taşlara yazan fanatiklerdendim.
Ama gel gör ki, 
İnsan, zaman içinde, belli süreçlerden ve deneyimlerden geçtikçe, her tür fanatizmin ve de önyargının ne kadar yanlış olduğunu anlayabiliyor.
Rahmetli Türkeş ile Erbakan benim dünya görüşümün tamamen dışındaydılar.
Ayaklarımızın yere basmadığı o dönemlerde, iyi bir solcu ya da sosyal demokrat olmak için, arkadaşlarla birlikte sürekli okuyup felsefi tartışmaların içine girerek, düşünsel anlamda çok daha fazla bilgi edinmenin özel çabası içindeydik.
Aradan çok uzun yıllar geçti.
Hangi tarihlerde olduğunu hatırlamıyorum.
Hemşerim aynı zamanda birlikte siyaset yapma şansını yaşadığım değerli büyüğüm, eski Orman ve İçişleri Bakanlığı yapmış Kastamonu milletvekili Vecdi İlhan’ı Millet Meclisi’nde ziyarete gitmiştim.
Salonda birlikte dolaşırken, Bülent Ecevit’le karşılaştık.
Vecdi ağabey Bülent Ecevit’e beni göstererek, “Kastamonu’da partimizin direği Sami Çaycoşar” diyerek beni onore ederek tanıtmaya çalışırken, Ecevit’in kafası başka tarafta elini bana uzatarak formalite icabı tokalaşıp çekip gitti.
Yüzüme bile bakma tenezzülünde bulunmadı.
Şaşırıp kalmıştım.
Aradan belli bir süre geçtikten sonra.
Kastamonu Demokrat Parti İl başkanlarından Kamil İğdirli farklı partilerden olmamıza karşın çok samimi iki dosttuk.
O tarihlerde bir gazetenin de Genel Yayın Müdürüydüm.
Kamil Bey bir heyetle Ankara’ya Demirel’i ziyarete gidecekti.
Bana kendileriyle birlikte gelmemi ve o şekilde daha gerçekçi habercilik yapmamı önerdi.
Ben de kabul edip birlikte Ankara’ya gittik.
Eski Sağlık bakanlarımızdan Kastamonu Milletvekili Münif İslamoğlu’nun evinde toplandıktan sonra hep birlikte Demirel’in Güzin Sokak’taki evine gittik.
Demirel bizi kapıda karşıladı.
Önde İl Başkanı Kamil İğdirli, Demirel’le sarılıp tokalaştıktan sonra Demirel’in yanında durup sanırım kafiledekileri tanıtmayı düşünüyor olmalıydı ama Demirel herkesi tanıyordu ve isimleriyle hitap edip kucaklıyordu.
Sıra bana gelince Demirel sıkı sıkıya boynuma sarılarak, “Samiciğim hoş geldin” demez mi. 
Şaşırıp kalmıştım.
Sonra odasında sohbete başladığında da sürekli benimle ilgilenip ismimle hitap edip duruyordu.
Demirel’in yanından ayrıldıktan sonra Kamil beye sordum.
“Siz mi benden söz ettiniz” diye.
İğdirli,
“Sayın Demirel her gelen heyette kendisinin tanımadığı konuklarını ve özelliklerini önceden öğrenir ona göre davranır. Biz de senin hem gazeteci hem de solcu ama çok değerli bir kişi olduğunu kedisine söylemiştik” dedi.
Tabii ki şaşkınlığım geçmemişti.
Yıllarca adını dağlara taşlara yazdığım Bülent Ecevit’in tavrıyla sürekli eleştirdiğim Süleyman Demirel’in yaklaşımı arasındaki fark beni hayretler içinde bırakmıştı.
O günden sonra Ecevit’e soğuk davranmaya, kimseye güvenmeyen ve kimseyi sevmeyen içine kapanık birisi olarak görmeye başlamıştım.
Demirel’i ise daha samimi ve içten bulmuştum.