Günümüzün en yaygın alışkanlıklarından biri: masada yemek, elde telefon. Bir yanda tabak, diğer yanda ekran... Kimi dizi izliyor, kimi mesaj yazıyor, kimi sosyal medyada dolaşıyor. Peki farkında mıyız? Her lokmayla birlikte aslında sadece yemeği değil, farkındalığımızı da yutuyoruz.

Eskiden sofralar konuşma yeriydi. Ailenin bir araya geldiği, günün paylaşılma zamanıydı. Şimdi ise sofralar sessiz. Çünkü herkes kendi küçük ekranında, kendi küçük dünyasında. Çatal bir yandan gidip geliyor, ama zihin çoktan başka bir yere gitmiş oluyor.

Bilimsel olarak da biliyoruz ki, *“dikkatsiz yeme”* doyma sinyallerimizi geciktiriyor. Beyin, ne kadar yediğimizi fark edemiyor. Sonuç? Gereğinden fazla yemek, şişkinlik, hatta kilo artışı. Üstelik sadece fiziksel değil, duygusal olarak da “tatminsiz” kalıyoruz. Çünkü yemek sadece karın doyurmak değildir; bir duyudur, bir ritüeldir, bir paylaşımdır.

Belki de yemeğin tadını unuttuk. Kaşıkta ne var, damağımız ne hissediyor, fark etmiyoruz bile. Çünkü o sırada bir bildirim sesi geliyor ve dikkatimizi oraya veriyoruz. Oysa her lokmanın bir hikayesi vardır; toprağın, emeğin, zamanın bir izidir aslında.