Yaşıyoruz, yaşlanıyoruz durmadan akıp giden hayatın pençesinde. Yaşamak için, hayatta kalmak için bitmek bilmeyen mücadeleler içinde. Biz istesek de istemesek de zaman dur durak bilmeden geçip gidiyor; önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan… Bir de bakarız, birçoğumuzun farkına bile varmadan hayat bitmiş tükenmiş.
Nefes aldığımız sürece dünyadan bir şeyler tüketmeye devam etmekteyiz. Havayı tüketiriz, zamanı tüketiriz, çevreyi tüketiriz ve insanlığı tüketiriz sanki başka hayatlar yaşanmayacak gibi… Bizim olsun başkasının olmasın düşüncesiyle hesapsızca tüketmeye devam ettikçe gelecek yok olma yolunda ilerleyecektir.
Bedava olmasından dolayı kolaylıkla tüketmeye devam ettiğimiz zaman, zamanı gelince acaba bizlere “neden beni bu kadar bonkörce harcadınız” demeyecek mi? İki ayağımızı bir pabuca sığdırmaya çalıştığımız anlarda, geçmişte yaşadığımız hayattan ne kadar müteessir oluyoruz? Hoyratça, kıymetini bilmeksizin tükettiğimiz zamanın kıymetini anladığımızda, acaba yeterli zamana sahip olabilecek miyiz? 
Zaman ayıramadığımızdan dolayı dostluk inşa edememiş isek; günü gelince acımızı, mutluluğumuzu paylaşacak kişilerin yanımızda olabileceğinden ne kadar emin olabiliriz? Okunmamış kitapları keşke daha önce okusaydım derken zamanı nasıl boşa harcadığımız, nerelerde tükettiğimiz herhalde bir ders verecektir. Aslına bakarsak, hayatın kendisi derstir eğer anlayabilene. Çünkü hayat her an bir şeyler öğretme gayreti içindedir. Fakat bizler öğrenmemek için adeta birbirimizle yarışmaya devam ederiz, gizliden gizliye ve bu durumdan bihaber şekilde.
Hayatta sadece zamanı mı tüketiyoruz, tabi ki de hayır. İnsanlığı tüketiyoruz; insanca yaşamdan uzaklaştıkça, birine yardım eli uzatmadıkça, arkalarından kuyu kazmaya devam ettikçe adeta tüm hayalleri tüketiyoruz. Yine insanlığı ve insanca bir hayat sürmeyi paylaşmadıkça tüketmeye devam ediyoruz ve edeceğiz de. Gün gelecek tüketilecek insanlık da kalmayacak. Canlı olmak insan olmak demek değildir, bunu hafızalara iyi kazımak lazım. Çünkü insan, insan gibi davranır ve insan gibi yaşar. 
Karşıdaki kişinin hayatını zorlaştıran, ayağına pranga vuran, canlı iken mezara koymaya çalışan bir kişi ne kadar insanlıktan nasibini almıştır, tartışılır. Günümüzde etrafınıza dönüp bir bakın, acaba bu tarzda insanlardan var mı diye? Tabi bakmakla görmenin de aynı şey demek olmadığını hatırlatmakta fayda var.
Tükettikçe tükenmeyen tek şey tüketimin kendisidir. Kendi kendinin devamlılığını sağlayan, sınır aşıldıkça çevresine zarar veren en temel unsur tüketimdir. Örneğin bilinçsizce yapılan gıda tüketimleri olmasa dünyada aç insan kalmayacaktır. Ancak öyle bir tüketim içindeyiz ki, adeta insanlar çöpten ekmek toplasın düşüncesiyle mevcut gıdaları çarçur etme tufanına kapılmışız, haberimiz yok. 
Bilinçsizce yapılan tüketim ile çevremize daha fazla yarar sağlamak yerine, tam tersi verdiğimiz zarar katlanarak atmakta. Mum misali kendimizi tüketerek çevreye daha çok ışık, enerji vermek yerine; çevrenin enerjisini tüketmekteyiz. O halde yaşadığımız hayatı tekrar gözden geçirmeli, geri dönüşü olmayan bu süreçte doğayı, insanları, zamanı ve daha sayamadığımız birçok unsurun neslini ortadan kaldırırcasına değil, hayat içinde hayat sunacak şekilde tüketmeye devam etmeliyiz. Yoksa tükettikçe tükendiğimizin farkına bile varmadan aylar, yıllar ve nesiller gelip geçmeye devam edecektir.