Kusursuz olsaydık, başkalarının kusurlarını bulup çıkarmaya bu kadar meraklı olmazdık.
François de La Rochefaucauld

Her toplumun bir yaşam tarzı vardır. Kimisinde okumak, kimisinde ise konuşmak ön plandadır. Konuşmanın hakim olduğu toplum yapılarında, konuşmak oldukça masum gibi görünse de bazen işin içinden çıkılmaz sonuçlar doğurur. Çünkü, ne konuştuğunuz yıllardır büyük bir sabırla bekleyen yanardağın patlamasına neden olabileceği gibi, uzun zamandır kapanmayan yaralara merhem de olabilecektir. O yüzden konuşmaktan öte, ne konuştuğumuz daha büyük önem taşımaktadır. 
Yaşam şartlarının değişmesiyle birlikte insanların sıkıntı, stres vb. durumlarında da artış görülmektedir. Bununla birlikte bizdeki gibi, konuşmanın okumanın önünde koşmaya devam ettiği toplumlarda ise başka bir hastalık ortaya çıkmaktadır: DEDİ-KODU. Adı üstünde birileri söyler, öylece kalır gider. Acaba doğru mu yanlış mı hiç kimse sorgulamaz. Çünkü dinleyende, konuşulanlardan beslenmektedir.  Halbuki dedikodu; toplum temeline yerleştirilmiş en büyük dinamitlerden birisidir. 
Dünya tarihinde dedikoduların önemi o kadar büyüktür ki; dedikodu zaman zaman kılıçtan, silahtan daha güçlü olmuştur. Bilinçli olarak askerler arasında yayılan dedikodular ile kaleler içten fethedilmiş, nice savaşlar bu hastalıktan dolayı yaşanmıştır. Tam bu noktada (kaynağını tam olarak bilemesek de) şu söz her şeyi ifade etmektedir: “Hiçbir yolcu, söz getirip götüren kadar şerli değildir.” 
Peki, neden bu kadar dedikodu yapılır? İnsanlar dedikodusuz neden yaşayamaz? Çünkü insan içgüdüsel olarak bazı özelliklerini tatmin etmesi gerekir. Nedir onlar? Başta kendisini ilgilendirsin ya da ilgilendirmesin aşırı merak duygusu dedikodunun en önemli kaynaklarından biridir. Ne olmuş, kim ne demiş gibi sorular bu tarz insanların adeta günlük “merhaba”sı haline gelmiştir. 
Kim ki içinde kıskançlık duygusu yaşıyor ise dedikodusuz bir yaşam ona hayat vermeyecektir. İç dünyasında bir kıpırdanma, bir harekete geçme dürtüsü olacaktır. Bunun sonucunda ise dedikodu dünyasının bir mimarı daha ortaya çıkacaktır. Kendisi için istediğini eşi, dostu, arkadaşı için istemeyenler bu kategorinin öncüleridir. 
İntikam duyguları ile kınından çekilen kılıçlar,   her an dedikodu kazanında daha da keskin hale gelmesiyle tekrar kınına girer mi sanırsınız? Halbuki, intikam ateşi öyle bir ateştir ki bir kere yandı mı kolay kolay söndüremezsiniz. Tıpkı susuzluktan çorak toprağa dönmüş bir insanın, tuzlu su içmesi gibidir. Ne kadar içerseniz için, daha da çoraklaşırsınız.
Bir toplumda düello ne kadar azalmış ise, bilin ki o toplumda dedikodu o kadar artmıştır. Çünkü karşılıklı konuşma, tartışma yapılarak sonuca gidilmemesi insanların birbirini arkadan vurmalarını doğuracaktır. Düello yapmak ise her şeyden önce haklı olmayı gerektirirken, bununla da birlikte mertlik ister, yürek ister. Davasında, düşüncesinde haklı olmayan insan neyin düellosunu yapabilir ki? 
Günlük yaşamdaki, menfaatler uğruna atılan iftiralar ile koşarak çıkılan merdivenlerden, bir çırpıda ve tepetaklak inilecek olduğunu bilmemek en büyük gaflet olsa gerek. Öyleyse dedikodu kazanında her an birini neden infaz ediyoruz? Birilerinin ayağının altına bazen muz kabuğu, bazen de sabun koyarak hayattan kaymasını kolaylaştırmak en büyük marifet sayılır olmuş. Bunun de nedeni, maharetsiz insanların yukarıya çıkma becerisi olmadığı için kolay olanı tercih etmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü onların yukarıda görünmesinin tek yolu, başkalarının aşağıya indirilmesinden geçer. 
Artık öyle bir hal almış ki, dedikodu kazanı fokur fokur kaynamaktadır. Tabi ki bu kazanın en büyük yakıtı ise haklı olmayan, düello cesareti taşımayan, psikolojisi bozuk ve çalışmadan kolayca bir yere gelmeyi düşünen kişilerdir. Onlar, öyle bir girdabın pençesine saplanmışlar ki adeta yaşam düşünceleri “nefessiz yaşarım ama dedikodusuz asla” olmuştur. 
Öyle umuyoruz ki en kısa sürede, içine düşülen bu hastalıktan toplum olarak kurtuluruz. Bunun da en büyük reçetelerinden biri de dedikodu yapanları dinlememektir. Çünkü söylediklerinin birileri tarafından dinlenildiğini, kabul gördüğünü düşünen dedidoku makineleri; gece gündüz demeden yalan, iftira ve çamur kumaşını dokumaya devam edecektir. Hiçbir kimse bu kumaşları satın almamış olsa, tedavülden kalkan mallar gibi dedikoducular da piyasadan silinecektir. Sen onları dinlemeye devam ettikçe, farkında olmadan onlara can suyu veriyorsun demektir. O halde, can suyu vermenin diğerinden ne farkı kaldı o zaman?  Toplum olarak bu illetten tez zamanda kurtulmak, dedikodusuz ve uzun nefesli bir yaşam ümidiyle…