Bir gece Nasreddin Hoca'nın ahırına hırsız girer eşeğini çalar. Can sıkıntısı içinde Hoca derdini birazcık olsun komşuları ile paylaşmak için eşeğin faziletleri ile birlikte çalınmasını anlatmaya başlayınca 

her kafadan bir ses çıkmaya başlar.

-    “Hocam, ahırın kapısına niye sağlam bir kilit takmadın?”

Diğer komşu,

-    “Hocam, nasıl bir uykuya daldın? Evine hırsız giriyor, horul horul uyuyorsun. Donunu çalsalar haberin yok.”

Bir diğer komşu,

- “Keşke hocam eşeği yatak odana alsaydın. Belki hırsız yatak odana girmeyi kendine ar eylerdi.”

- “Hocam eşeğe doğru dürüst bir ahır bile yaptırmadın. Derme çatma bir ahırda baktığın eşek hırsıza açık açık davetiye çıkarıyordu.”

Hoca en nihayet dayanamaz. "Yahu komşular anladım kabahatin hepsi benim. İyi güzel de hırsızın hiç mi suçu yok?" der. 

    

Son beş altı, yıldır yaşananlara bakalım.

Önce depremler, ardından yaşanan sel felaketleri, maden facialarında kaybettiğimiz yüzlerce madencimiz.

Ardından iki yıl süren Covid-19 süreci, sayısını bile bilmediğimiz ölümler, büyük bir yoksullaşmaya dönüşen ekonomimiz… En son 6 Şubat depremi ile birlikte toprağa verdiğimiz göçük altında 100 binlere ulaşan çoluk, çocuk, kadın, erkek, yaşlı, genç yitip giden canlarımız...!

İktidar, bu felaketlerin ekonomik ve siyasal olanlarını dış güçlere ve içerideki muhaliflere, doğal kaynaklı olanlarını kader çizgisine bağlayan bir zihniyet içerisinde. Toplum nedeni, niçini sorgulayan bir toplum olmayınca, iktidar işin kolayına çabucak kaçabiliyor. Hem de hiçbir siyasi gelecek kaygısı taşımadan “Bu topraklarda yaşayan insanların fıtratında ölüm hep var” diyerek. Birader anladık da 21 yıldır bu ülkeyi idare edenlerin hiç mi suçu yok?

                        TİCARİ  ZEKA

Bunların eline "Anasını boyayıp babasına satan Kayserili su dökemez.

Bunların Ticaret Bakanı, kendi şirketinden kendi bakanlığına mal satan bakan olarak tarihe geçti. Kendi şirketinden aldığı dezenfaktanın  piyasaya göre daha  ucuz olduğunu savunması bence yüzsüzlüğünün değil, ticari zekasının ürünü olsa gerek.

Şehirler yıkılmış, insanlar enkaz altında can verirken, enkazdan sağ çıkabilenler soğuktan ve açlıktan tir tir titrerken Kızılay Başkanı’nın  Kızılay’ın asıl görevini bir yana bırakıp AHBAB Derneği’ne 

çadır satması sonrası çıkıp bu alışverişin ne kadar karlı olduğunu savunması… Elde edilen para ile yeni çadırlar alınacağını söylemesi bence yüzsüzlüğün değil, ticari zekanın ürünü.

                    GELDİKLERİ NOKTA...!

"Şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne güzel idare ederdim" noktasına geldiler. Öğrencisiz üniversiteler, sessizliğin hakim olduğu anfiler, şen kahkahaların yükseldiği fakülte kantinleri yok artık. 

Seyircisiz futbol, Tek Adamı korumak adına stadyumlara seyirci alınmaması teklifi bile insanın içini karartıyor. Futbol seyircinin gazını alır. İktidar için emniyet subabı görevini görür. Kamu Hukuku hocam Prof. Fikret Sönmez, "Bir gün beni stadyumda küfürle karışık, el kol hareketleri ile maç seyreder görürseniz hiç şaşırmayın. Toplum psikolojisi, orada bambaşka bir Fikret oluyorum demişti."

Salazar, 30 yıl Portekiz'i baskı ile yönetirken bunu futbola borçlu olduğunu söyler.

    

Üniversiteleri kapatın, stadyumları kapatın, size karşı muhalif olan sivil toplum örgütlerini kapatın, ekranları karartın, muhalif basını susturun. İnsana sorarlar, NEREYE KADAR?