Her toplumun geçmişten gelen efsaneleri, hikayeleri ve masalları vardır.
Bu tür anlatıların ve yazılıp çizilenlerin gerçek olup olmadığı genelde hiç sorgulanmaz.
Özellikle de din temelli hikayeler önemsenir.
Bu tür hikayeler ve bir sürü mekanlar turizm anlamında oldukça ilgi çekiyor.
Bu konuda Müslümanların en çok ziyaret ettikleri kutsal yerlerin başında Kudüs, Mekke, Medine gelmekte.
Bu yönüyle Araplar oldukça şanslılar.
Tabii ki diğer dinlerin de bu şekilde ziyaret edilen kutsal yerleri var.
Bizde de bu anlamda, başta Urfa olmak üzere oldukça fazla ilimiz var.
Hz. İbrahim ve onun yakılması olayı ve Urfa’daki balıklı göl hikayesi oldukça ilginç.
İşin en ilginç tarafı ise ülke genelinde bir sürü il, ilçe hatta köylerde bile, çok önemsenen yatırlar ve bu yatırlara dönük anlatılan çok ilginç hikayeler var.
Bu hikayelerin, masalların ve efsanelerin doğru olup olmadığını sorgulayanların sayısının çok az olması düşündürücü.
Hatta Yaradan’a atfedilen bir sürü dini öğretinin hatta inancın gerçekten Yaradan’ın olup olmadığını düşünen yok gibi bir şey.
Olaya bu pencereden baktığımızda.
Dinsel anlamda, 
Yaradan’ın adını kullanarak insanları aldatanların günahkar olması gerekirken, bunların uydurulan öğretilerle Yaradan’la bütünleştirilerek kutsanmaları çok daha günah olmaz mı?
Bir sürü olması mümkün olmayan saçma sapan hikayelere inanılması için bir de buna Yaradan’ın mucizesi deniliyor.
Bu tür mucizelerden birisi de Hz. Musa’nın asasıyla ırmağı yarması olayı.
Kimi yatırların hikayelerinin uydurma olduğunu anlatan bir de çok ilginç ve benim de çok beğendiğim, eşek hikayesini sanırım hepiniz biliyorsunuzdur.
Ben size çok eski illerin ya da kasabaların isimlerinin nereden geldiğiyle ilgili uydurulmuş bir güzel örnek vereceğim.
Kastamonu isminin nereden geldiği ile ilgili hikaye şöyle.
Türkler kaleyi kuşatmış.
Kalenin burcunda komutanın ya da kralın kızı aşağıya bakar.
Bir Tür askerine aşık olup kalenin anahtarını aşağıya atar.
Bunun üzerine komutan ya da kral Moni ismindeki kızına “Kastin neydi Moni?” der.
Türkler bu şekilde kaleyi aldıktan sonra bu sözü ele alıp “Kastin Moni” derler. 
Zamanla bu Kastamonu olur.
Bu hikaye hala aynı şekilde anlatılmakta. 
Ben bu konuya kafayı takıp bir yabancının kasıt kelimesini kullanmasının saçma, bir kızın da kaleden aşağı bakıp o kadar uzaktan bir askere aşık olup kale anahtarını düşmanına atmasının ise saçmalık olduğunu düşünerek, Kastamonu kelimesi üzerinde araştırma yapıp, “Kast” kelimesinin toplum “Moni” kelimesinin de bir düşünce biçimi olduğundan yola çıkarak, Moni düşüncesindeki topluluk anlamına geldiğine karar verdim. 
Tıpkı Komünist Rusya ya da Müslüman Türkiye gibi. 
Ben bunu Kastamonu’da bir gazetenin Genel Yayın Müdürü ve yazar olarak köşemde dile getirdiğimde inanın kimsenin ilgisini çekmedi.
Ama bu saçma sapan hikaye hala ballandıra ballandırıla anlatılıyor.
Sanırım Türk’ün ne kadar yakışıklı ve güzel olmasından söz edilmesi herkesin hoşuna gidiyor olmalı.
Tıpkı Baltacı Mehmet Paşa’nın Katerina’ya aşık olup Prut savaşında Rus ordusunu kuşattığı halde Katerina için kuşatmayı bırakması hikayesindeki saçmalık gibi.
Burada da övünecek bir şey bulmuş oluyoruz!