Dil, en basit tanımıyla insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir iletişim aracıdır. İnsan, yaratılış gereği sosyal bir canlıdır. Dillerin doğuşu da insanların iletişim ihtiyacından doğmuştur. İnsanlık tarihi kadar eski olan dil, milletler ve coğrafyalara göre farklılık göstermiştir.
Türkçemiz dünyanın en eski, en güzel, en zengin, en büyük dillerinden biridir. Çok mantıklı, çok ahenkli, ifade kabiliyeti yüksek, yazıldığı gibi okunan bir dildir. Milletin fertlerini birbirine bağlarken, diğer milletlerden ayırır; içeride birleştirici, dışarıya karşı ayırıcı rol üstlenir. Duygu ve düşünceleri ifade etmeyi sağlayan bir iletişim aracı olmanın da ötesinde, milletlerin meydana gelmesinde ve varlığını devam ettirmesinde çok önemli bir temeldir. Şöyle bir düşünürsek; edebiyatı, sanatı, bilim ve tekniği, dünya görüşü, ahlak anlayışı, müziği… geçmişten günümüze ancak dil sayesinde aktarılabilir. Büyük Önder Atatürk “Dil, tarih ve inanç bir köprüdür. Bu köprüyle sınırlarımız ötesindeki insanlarımıza ulaşacağız” diyerek bize bu yönde çok değerli bir hedef belirlemiştir.
Dil sorunlarından baktığımızda en tehlikeli ve en önemlisi olan, yabancı dillerden sözcüklerin dilimize yerleşmesidir. Günümüzde teknolojinin artması ve yabancı ülkelerden giren teknolojik aletler, dilimizde yabancı kelimelerin yaygınlaşmasına sebep olmaktadır. Bu aletler, keşfedenlerin koyduğu yabancı isimlerle hızla dilimize, günlük hayatımıza girmektedir. Hatta bazen bu yabancı kelimeler aslını tamamen gölgede bırakarak ana dilimizdeki bazı sözcükleri zamanla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakır. Birçoğumuz belki özenti belki de farkında olmadan Türkçesi varken gereksiz yere yabancı kelimeleri kullanıyoruz. Örneğin: saldırgan yerine agresif, taklit yerine imitasyon, eş yerine partner, dolu yerine full, gösteri yerine şov, koruma yerine bodyguard… Hal böyle olunca da yabancı sözcüklerin sayısı ve oranı gün geçtikçe artıyor.
Bir de bazı kelimeler var ki günlük konuşma dilinde o kadar çok kullanıyoruz ki dilimize başka bir dilden girmiş olduğuna inanmak zor. Hatta bazı kelimelerin sadece yabancı dilden gelen haliyle biliyoruz. Mikser (karıştırıcı), dizayn (tasarım), online (çevrimiçi), selfie (özçekim)… ve daha birçoğu. Örneğin çalışacağınız işte ilk iş gününüz. Yan masada oturan arkadaşınız şu cümleyi kuruyor; “Saat 10’a miting (toplantı) set ettim (ayarladım). Programları revize ettikten (gözden geçirmek) sonra yeniden miting (toplantı) yapalım.” Nedir bu şimdi? Türkçe desen değil İngilizce hiç değil!..
Türkçemize sahip çıkmak ve korumak adına milletçe mücadele vermeliyiz. Karamanoğlu Mehmet Bey’in yüzyıllar öncesinde yaptığını, yarın çok geç olmadan her Türk insanının kendi ölçüsünde yapması kaçınılmaz olmuştur. Karamanoğlu Mehmet Bey idareciliği zamanında 13 Mayıs 1277 tarihinde ferman vererek Türkçe’yi resmi dil ilan etmiştir. Bu fermanda Mehmet Bey; “Şimden gerü hiç gimesne divanda, dergahda, bergahda ve dahi her yerde Türk dilinden özge söz söylemeye” sözünü duyurmuştur. Türk kültürünün korunması, gelecek nesillere aktarılması ve millet bilincinin sağlanmasında en temel miras olan Türkçe’nin öneminin vurgulandığı bu fermanla, Türkçe ilk defa resmi dil kabul edildi.
Dünyada her yıl birçok dilin yok olduğu belirtiliyor. Güzel dilimiz Türkçemizin de bu diller arasında yer almasını istemiyorsak, yozlaşma ve yabancılaşma gibi tehlikelerin farkında olup, dilimize sahip çıkmalıyız.