Alanya Seyir Terası’na bu hafta bizim Şirinler gezmeye çıkmış, şehrin manzarasına bakıp hayran kalmışlar. Güneş kızıl bir örtüyle Torosların ardına süzülürken, deniz masmavi bir çarşaf gibi Alanya’nın eteklerine serilmiş. Şirine büyülenmiş gözlerle:

— Ne muhteşem bir şehir! diye seslenmiş.

Zeki Şirin hafif alaycı bir gülüşle omuz silkmiş:

— Evet, evet… Harika manzara! Ama içi seni, dışı beni yakar.

O sırada Şirine, manzarada gözüne takılan büyük bir inşaat alanını işaret etmiş:

— Şirin Baba bak! Şehrin göbeğinde koca bir iskelet gibi duruyor. Bu ne inşaatı?

Zeki Şirin kaşlarını çatarak gülmüş:

— Ha o mu? Ucube işte!

Şirine şaşkın:

— Ucube mi? O ne demek?

Zeki Şirin ellerini iki yana açarak anlatmaya başlamış:

— Orası Cuma Pazarı Projesi için yapılan inşaat. Geldiklerinde “çivi bile çakmayacağız” dediler. Halbuki önceki haliyle şimdiye bitmişti bile. Ama kendi heveslerine göre projeyi değiştirip bir rivayete göre AVM yapacaklarmış. Gelen, gideni aratırmiş ; yeni gelen, “ne yıksak, ne değiştirsek” diye düşünür olmuş. Halk mağdur olmuş, yıllardır bekler kimin umurunda beklesinler demiş yetkililer. Bir de kalkıp adına “ucube” derler ya, işte asıl yazık olan da budur!

Şirine kafasını sallayarak derin bir iç çekmiş.

— Demek bu güzel manzaranın içinde böyle yarım kalmış yaralar da var…

Zeki Şirin dudak bükmüş:

— Daha neler var, haberin yok senin!

Ve ardından sözü belediyenin işçilerine yapilan hakaretlere getirmiş:

— Bu şehrin Belediyesi işçisine tam 40 TL yemek parası veriyor. Çayı bile parayla! Hak, hukuk, adalet dediler; biz sandık ki koruyacaklar, kollayacaklar. Ama nerde! Daha da ileri gidip “Çalışan çalışsın, çalışmayan istifa etsin, şımarmasınlar” diye konuşuyorlar.

Şirine hayretle gözlerini açıp Şirin Baba’ya dönmüş:

— Gerçekten mi Şirin Baba?

Şirin Baba derin bir nefes çekmiş, uzun sakalını sıvazlamış ve ağırbaşlı bir sesle başlamış anlatmaya:

“Evlatlarım, bu yaşananlar bana bir masalı hatırlatıyor:

Vakti zamanında kibirli bir bataklık sivrisineği varmış. Bir gün, aslan su içerken karşısına çıkmış:

‘Hey ormanlar kralı! Senin gücün ancak güçsüzlere yeter. Büyük tırnakların, keskin dişlerin bana işlemiyor. Cesaretin varsa dövüş benimle!’ demiş.

Sonra aslanın burnunu, yanaklarını ısırmaya başlamış. Aslan pençeleriyle sineğe vurmak isterken kendi yüzünü yara bere içinde bırakmış. Sivrisinek kahkahalarla gökyüzüne süzülürken, önündeki örümcek ağını görememiş. Tuzağa düşmüş, çırpınmış ama kurtulamamış. Örümcek gelip kanını emmiş. O an sivrisinek derin bir iç çekmiş:

‘Sen tut koskoca aslanı yen, git küçücük örümceğe yem ol!’”

Şirin Baba gözlerini manzaradan ayırmadan sözlerini şöyle tamamlamış:

— İşte evlatlarım, kibirle güç gösterenler sonunda küçücük bir hakikate yenilirler. Unutmayın: Gücü olan değil, adaleti olan yaşar.

📌 103. Köy’ün bu haftaki notu:

Manzaralarla övünmek kolaydır. Betonlarla, binalarla, ışıklarla şehri süslemek kolaydır. Ama o manzarayı asıl güzelleştiren, sıcağın alnında çalışan işçinin alın teridir. Onun hakkını görmezden gelmek, yarım kalmış projelerle halkı oyalamak, küçücük bir örümcek ağına takılmak gibidir: Bir gün ansızın durur, debelenir ama kurtulamazsın.

Ve unutma sevgili okur:

Bu dünya kimseye baki değil. Koltuklar gelip geçici, projeler yarım kalıcı. Ama işçinin duası da, bedduası da baki. Teraziyi yanıltabilirsin, defteri karalayabilirsin; ama vicdanın kalemini kırmaya gücün yetmez. Çünkü hak, er ya da geç sahibini bulur.