Bazı kaynaklar ise; II. Gıyasettin tahta çıkınca Uluborlu’ya gönderdiği kardeşlerini öldürtmek için daha sonra Emir Armağan Şah’ı Uluborlu’ya gönderiyor. Küçük çocukları öldürmeye kıyamayan Armağan Şah, onları saklıyor. Tabi ki o dönemlerde Selçuklunun tebasının içinde farklı bölgelerden gelmiş Türkmenler var. II. Gıyasettin Keykavus’un izlediği yönetim tarzından memnun olmuyorlar. Bu tebanın içinde 1922 yılında Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesinde Alaiye’den Yunanistan’a giden Hristiyan Türkler de var. Mübadeleyle Alaiye’den giden Hristiyan Türkler, genel olarak 10. ve 11. Yüzyılda Rumeli ve Kırım’dan getirilip Anadolu’nun her yerine; başta Alaiye olmak üzere, Konya, Sivas, Kayseri, Denizli Honaz, Ankara gibi yerlere yerleştirilen Türklerdir. Kiril alfabesini kullanan bu Türkler ibadetlerini Türkçe olarak yaparlar. Alanya’daki Hıdır-İlyas mevkiindeki kilise bunlara aittir. Kilisenin kitabesi Kiril alfabesiyle Türkçe olarak yazılmıştır.

Uluborlu’da gizlenen çocuklar büyüyünce, II. Gıyasettin’in güttüğü politikanın karşısında olan Türkmenler tahta çıkarmak için bu çocuklardan birini alıp Konya’ya getiriyorlar. Konya’da 20 bin kişi toplanıyor ve isyan çıkıyor. TariheMelik Türk İsyanı olarak geçen bu ayaklanmada Konya’nın etrafı tarumar ediliyor. Sonra Türkmenler, “Bu çocuk Büyük Alaaddin’in oğludur” diyerek çocuğu Alaiye’ye getiriyorlar. Alaiye Kalesi’nde Alaaddin’in hazinesini arıyorlar.

Sultan Alaaddin dönemi ve Alaaddin’den sonraki dönemde Azerbaycan’dan gelen Avşarlar (Karaman Türkleri); Karaman (Larende), Ermenek, Silifke, Gazipaşa ve Alanya’ya kadar olan bu bölgeye yerleşmişlerdir. Melik Türk İsyanında ise, liderleri Karaman Beyin babası, Alaaddin Keykubat’ın en yakın adamlarından olan Keramettin Sofi de Sultan Alaaddin’i çok sevdiklerinden, onlarda bu isyana destek verirler. Tabi ki isyan zamanında taşlar yerinden oynuyor, toplum içindeki kargaşa ve belirsizlikten dolayı toplumsal değerlerde ve yapı da kaymalar ve değişimler oluyor. Bu isyan zamanında Konya’da bulunan tasavvuf ehli Buzağı Baba da Alaiye’ye kaçıyor ve tehlike karşısında saklanıyor. Daha sonra Dim Çayı boğazına bir zaviye yaptırıyor ve burada ölünceye kadar ilim ve irfanla etrafını aydınlatmaya çalışıyor. Maalesef şu anda bu zaviye yıkılmış, yok olmuştur.

İsyanı bastırmak için II. Gıyasettin ve veziri Sadettin Köpek askeri kuvvetleri ile beraber Konya’dan yola çıkarlar, Sertavul Boğazı’nı geçip Kuşyuvası Yolu’ndan Alaiye’ye gelirler. İsyankâr Türkmenlerin çoğunu burada cezalandırır ve öldürürler. Büyük Alaaddin’in oğlu olarak isyanın başında olan çocuk yakalanır ve öldürülür. Bir rivayete göre öldürmekle kalmazlar, derisini bile yüzerler. İsyancıların amaçlarından birisi de Sultan Alaaddin’in sakladığı hazineyi ele geçirmek istemeleridir. Konya’da başlattıkları ayaklanma ile Alaiye’ye kadar gelip hazineye bakıyorlar ancak bulamıyorlar. Tahminen Alaiye Kalesi’nde Sarayın içindeki duvarlarda gizlenmiş olan hazineyi daha sonra II. Gıyasettin buluyor ve devlet idaresinde bu hazineyi kullanıyor. Alanya Kalesi’ndeki bu sarayın, aslında İran Kisraları’nın sarayları gibi çinilerle süslü, ışıl ışıl parlayan bir saray olduğu tasvir ediliyor. Son yıllarda Alanya Kalesinde yapılan arkeolojik kazı çalışmalarında açığa çıkan rengarenk çiniler bunun en güzel kanıtıdır. II. Gıyasettin’in sonraki yıllarda Sultan Alaaddin’in Afyon taraflarına gizlettiği altınları da bulduğu kaynaklarda belirtiliyor.

Sultan II. Gıyasettin’in öldürüldüğünü zannettiği ancak Mısır’a kaçırılan üvey kardeşi kızlar, Mısır’da büyürler. 15 - 20 yaşlarına geldiklerinde Eyyubi Melikleriyle evlendirirler. Sonra Anadolu’ya gelip, annelerinin mezarını Ankara’da ararlar. Mezarı bulup, Kayseri’ye getirirler ve orada annelerinin adına bir türbe yaptırırlar. Türbe hala ayaktadır. Tabi ki, II. Gıyasettin öldükten sonra Anadolu’ya gelirler. O dönemde iktidarda II. Gıyasettin’in oğullarından II. İzzettin vardır.

Sultan Gıyasettin intikam için 7 yaşındaki kardeşi İzzettin’i öldürtüyor ancak kendi oğluna da aynı İzzettin ismini vermesi, hayatın garip bir cilvesi olarak karşımıza çıkıyor ve istemeden de olsa bizleri farklı düşüncelere sevk ediyor.

Sultan Alaaddin öngörüsünde yanılmamıştır. Gerçekten de II. Gıyasettin yaptıkları ile yetersiz bir hükümdar olarak tarihe geçmiştir. Başlangıçta veziri Sadettin Köpek’in tesirinde kalarak birçok hatalar yapıyor. Hatalarının sonucu 1243 yılında Moğollarla yaptığı Kösedağ Savaşını kaybeder ve ağır bir yenilgi alır. Bu savaş Anadolu Selçuklu Devletinin sonunu hazırlar ve gerileme yıkımına kadar gider.

Sonuç olarak tarihi ve yaşanılmış olaylara göre, halk arasında kendiliğinden betimlenen, bir mekânın, bir çevrenin konumunu belirleme ihtiyacına binaen verilen isimleri veya adları değiştirmekle topluma iyilik yapılmıyor. Bilhassa orada geçen hayatın ve olayların izlerinin kaybedilmesine sebep oluyor. Tarihe not düşülmüş veya yazılmış olayları yorumlarken, olayların mekânları ile olan ilişkileri, mekân isimleri ile bağdaşmaması durumun da hem araştırmacılar zorlanıyor hem de tarihi bilgiye şüphe ile bakılmasına neden olabiliyor. Tapu ve Kadastrosu yapılmış yerlerdeki isim değişiklikleri de zaman içinde karışıklığa sebep olabiliyor.

Asırlar önce Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın vezirinin soy ismine izafeten verilen köy ismini (Urumtaş veya Urumdaş) yüzyıllar sonra, tarihi geçmişi araştırılmadan, hangi saikle değiştirildiği bilinmeden Türktaş olarak değiştirilmesinin sağladığı faydayı sizlere bırakıyorum. İsimle özdeşleşmiş geleneklerimize ve göreneklerimize fayda sağlamadığı kesin.

Alanya Tarihi’nin yazarı İbrahim Hakkı Konyalı, Alâiye adlı eserinde(shf.:283); “Vesikalarda (Urumtaş, Rumtaş) şeklinde yazılan bu köy büyük Selçuklu veziri Kara Tayi’nin kardeşi Runtaş’ın adını taşımaktadır. Karatayi’nin vakfiyesinde de adı aynı şekilde geçer. Konya’da kardeşinin muhteşem medresesinin karşısında medresesi vardır. Şimdi Medresenin yalnız çinili bir eyvanı kalmıştır. Kendisi de orada gömülüdür. Bir Selçuk ulusunun adını yaşatan bu ad son zamanlarda “Türktaş” a çevrilmiştir. Tarih bilmezliğimizin ve cehlimizin korkunç bir örneği olan bu cüreti tashih etmemiz lâzımdır” şeklinde kaleme almıştır.

Sanırım başka söze gerek yok!

Urumdaş Köyünün adının, Türktaş’a evrilmesinin tarihi geçmişini araştırırken, kıymetli bilgilerini benimle paylaşan, mütevazi ve naif insan, Selçuk Üniversitesi Tarih Bölümü akademisyenlerinden, Alanyalı hemşehrimiz Prof.Dr. Mehmet Ali HACIGÖKMEN hocama en kalbi duygularımla teşekkür eder, sevgi ve hürmetlerimi sunarım. Bir Alanyalı olarak hocamın Selçuklularla ilgili çalışmalarını ve bilgilerini değerlendirmemiz gerektiğini de vurgulamak isterim.

SON

Kaynakça:

HACIGÖKMEN Mehmet Ali, Alâiye’den Alanya’ya, ALKÜ yayınları, 2021.

KONYALI,İbrahim Hakkı, Alâiye, İstanbul, 1946.