Diğer taraftan şartlar gereği ancak kırklı yaşlarında evlilik yapmaya fırsat bulabilir. Akrabası olan, Alanya Devlet Hastanesi eski başhekimlerinden Doktor Hüseyin Kan’ın annesinin hala kızı Münire Hanımla evlenir. Bu evliliğinden; Abdül Gani, Cansen ve Feyyaz adında üç evladı olur.

Ülkemizde Okuma yazma oranının düşük olduğu o dönemde, çocuklarının eğitimi konusuna ağırlık verir ve iyi bir eğitim almalarını sağlar. Sağlıkçı olduğu için kendisini örnek alan en büyük oğlu, Abdül Gani Gür doktor olur. Doktor Gür, Nöropsikiatri alanında uzmanlık yaparak memleketi Alanya’da uzun yıllar hizmet verir. Diğer oğlu Feyyaz Gür ise, kendisi gibi Eczacılık mesleğini seçer. İstanbul Eczacılık Fakültesinde eğitimine devam ederken ticari faaliyetlere de ilgi duymaya başlar. Bu arada aynı fakülteden mezun olan eczacı hanımıyla evlenir. Ticaretle uğraşırken, eczacılık fakültesi son sınıfındayken bir karar verir; “Eşim eczacı, bize bir eczane yeter, ikinci bir eczacıya gerek yok” diyerek okulu bırakır ve tamamen ticarete atılır. Feyyaz Gür, birçok defa yurtdışı fuarlarına katılır, yeniliklere ilgi duyar ve takip eder. Türkiye’de bir ilki gerçekleştirir, “Gürplas” ismi ve markasıyla ilk yara bantlarını üretir. Yenilikçi bir kişiliğe sahiptir. Yeniliklerine bir mamûl daha ilave eder ve ülkemizde ilk çocuk mamasını üreterek piyasaya sunar. Artık başarılı bir iş adamı olarak iş dünyasında tanınır. Eczacıbaşı, Gürplas yara bantlarının üretiminde Feyyaz Gür’e ortaklık teklif eder fakat kabul etmez. Bunun üzerine Eczacıbaşı, yara bandı üreten bir Alman firması ile anlaşır ve “Hansaplas” adıyla, Gürplasa göre daha iyi yapışkan özelliği olan yara bantlarını Türkiye piyasasına sürer. Hansaplasın daha yapışkan olması özelliğiyle piyasada tutulması, Gürplasın sonunu hazırlar ve Gürplas batar.

Feyyaz Gür, yine bir yurtdışı fuar gezisinde iken, o dönemde ilk defa piyasaya sürülen etiket makinalarını görür ve bu işi yapmaya karar verir. Yedi veya sekiz adet etiket makinasını alarak Türkiye’ye getirir. Türkiye’de ilk etiket sanayisinin kurucusu olur. Ülkemizde üretilen birçok ürünün bilhassa giyim sektöründe üretilen ürünlerin marka etiketlerini basar. Etiket sanayisinde çok başarılı olur.

Kızı Cansen Hanım ise, eğitim hayatından sonra İstanbul’da Aksekili bir iş insanı ile evlenir. Eşiyle beraber İstanbul’da ticari faaliyetlerini başarılı bir şekilde sürdürür.

Alanya’da ise çocuklardan sadece Doktor Abdül Gani Gür kalır. Onun da Miray Hanımla evliliğinden üç evladı olur. Dede eğitimli olunca, haliyle torunlar da onu takip eder. Torunlar; İnşaat Mühendisi Prof. Dr. Güneş Gür, İngilizce Öğretmeni Ayşe Gaye Kan ve yine İngilizce Öğretmeni Münire Sedef Gür ihtisas alanlarına göre memleketlerine hizmet vermeyi sürdürürler.

Mehmet Şevket Gür’ün torunlarından Ayşe Gaye Kan’ın eşi, Alanya Devlet Hastanesi eski başhekimlerinden Doktor Hüseyin Kan, Gür ailesi ile ilgili bir anısını şöyle anlatır; “Dedemiz M. Şevket Gür’ün oğlu, eşimin amcası Feyyaz Gür bir defasında İstanbul’da rahatsızlandı. Doktora muayene olmaya gitmeden damatları olarak benim de yanında bulunmamı istedi. Bunun üzerine beraber İstanbul’da bir doktora gittik. Gittiğimiz doktor benim Ankara’da beraber ihtisas yaptığımız arkadaşım çıktı. Sohbet esnasında, doktor arkadaş aslen Prizrenli olduğunu söyleyince, Feyyaz amcam da; “Benim babamın da ilk görev yeri Prizren’dir. Sizin anneniz, babanız da mutlaka babamı tanırlardır” dedi. Doktor da; “Sağ olsalar mutlaka tanırlardı” cevabını verdi. Dedemizin görev yaptığı zamanlarda Prizren köy gibi bir kasaba hüviyetindeymiş, herkes birbirini tanırmış” şeklinde naklettikten sonra, kendisinin de dedeleri Mehmet Şevket Gür’ün Prizren’de görev yaptığını ilk defa o zaman duyduğunu söyledi. Daha sonra Balkanlara yaptıkları bir turistik gezide dedemizin görev yaptığı yeri görelim maksadıyla Prizren’e de uğradıklarını belirten Dr. Hüseyin Kan, “Prizren, sanki bize kendi memleketimizin bir parçası gibi geldi” dedi.

Eczacı M. Şevket Gür, TBMM’nde kabul edilen ve 2 Ocak 1935 tarihinde yürürlüğe giren Soyadı Kanunu’na istinaden bir Selçuklu kenti olan memleketi Alanya’yı çok sevdiğinden olacak ki, kendisine soyadı olarak “SELÇUK” ismini seçer. Nüfus müdürlüğüne kaydettirmek için gittiğinde, Selçuk soyadını başka bir vatandaşın aldığını öğrenir. Kendisine sunulan soyadlarının arasından ismine daha uygun gördüğü “GÜR” soyadını seçer ve kaydettirir.

Bu fani âlemde herkes rolünü oynayıp gidiyor. Eczacı Mehmet Şevket Gür de, 1959 yılında 75 yaşında iken dünya ömrünü tamamlayarak ebedi âleme göç etmiştir. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde yaşamış, vatana ve millete hayırlı hizmetler yapmış ve bunun yanında bir Alanya sevdalısı olarak da Alanya halkına ve insanlığa sağlık alanında önemli hizmetler vermiştir. Hayat denilen şey, bir gün önce veya bir gün sonra mutlaka bitecektir. Aslolan yaptıklarınla insanlığa faydalı olabilmek ve iyilik denizine bir kova pak su dökerek gidebilmektir. Bunu başaranlara ne mutlu!

Mehmet Şevket Gür’ün kurduğu Merkez Eczanesi ise, onun vefatından sonra mesul müdürleriyle Alanya’ya hizmet vermeye devam etmiş ve 1970 yılında faaliyetine nihayet vermiştir. Alanya’nın ilk eczacısı merhum M. Şevket Gür’e minnettarız. Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun.

Bu yazıyı kaleme almamı öneren kıymetli ağabeyim Eczacı Hüseyin Baba’ya, yine bana bilgi sağlayan Alanya Eski Eczacılar Odası Başkanlarından Eczacı Serdar Noyan’a, Şevket Gür’ün torunlarından Alanya’nın yetiştirdiği değerli akademisyenlerinden birisi Prof. Dr. Güneş Gür’e, gösterdiği ilgi ve verdiği bilgilerle şahsımı destekleyen Dr. Hüseyin Kan’a şükranlarımı sunarım.

SON