Değerli okurlar.
Saf temiz.
Özellikle bireye ve topluma zararsız.
Her tür inanca saygılıyım.
İnandığı şeyin özünden habersiz.
Ondan bundan öğrendiğiyle, hatta duyduğuyla yetinen beyinlerin, inandıkları şeyle bile bir ilgilerinin olmadığını görünce, inanın şaşkınlıktan deli divane oluyorum.
Bu kadar büyük saçmalıkların ve aptallıkların, bu ülkede, bu ülkenin en önde gelen TV kanallarında ve de, en önde gelen sanatçıların programlarında sergilenmesi ise, ülkemizin düşünsel anlamda ve de kültür bakımdan nerelere evrildiğini göstermesi bakımından ibret verici.
Yıllar önce okumuştum.
Çok anlamlı ve de çok güzel bir romandı.
Kitabın adı üçkağıtçı olabilir ya da aynı anlamdaki bir başka sözcük de.
Yazarı da, sanırım en tanınmış yazarlarımızdan biriydi.
Roman çok hoşuma gittiği için bir dostuma okuması için vermiş, birçok kitabımın deve yapıldığı gibi bu roman da deve olmuştu.
Hala bunun üzüntüsünü yaşıyorum.
Adını bilsem yenisini alıp tekrar okuyacağım.
Ama ne yazık ki, insan yaşlandıkça, özellikle de seksenli yaşlara yürümeye başladığınızda, hafızanız da size kalleşlik yapmaya başlıyor!
Romanı nasıl hatırladım biliyor musunuz?
Geçen gün.
Bir televizyon kanalındaki sabah programında, bir eski türkücünün başından geçenleri anlatması, bu romanı hatırlamama vesile oldu.
Romana gelince.
Romanın kahramanı adam, üçkağıtçıların piri.
Hırsızlıktan cezaevinde.
Arkadaşının biriyle anlaşıyor.
Bir sabah uyanıp arkadaşına önceden planladıkları sözde rüyasın anlatıyor.
Hatırladığım kadarıyla.
Güya rüyasında hacca gitmiş, Kabe’de rastladığı beyaz sakallı birisi buna bir sürü tavsiyelerde bulunup namaza niyaza başla demiş.
Arkadaşı da, bu rüyayı planladıkları gibi yorumlayıp, “Allah seni doğru yola dönmen ve kendini dine vermen için uyarmış.” Der.
O günden sonra bizim üçkağıtçı beş vakit namaz kılmaya başlar ve bu olay cezaevinin bulunduğu kasabada yayılır.
Artık bu adam toplum tarafından baş tacı edilir ve insanlar üçkağıtçıyı hediyeye boğar. 
Bu sayede de iki kafadar köşe olur.
Tv kanalındaki o meşhur eski sanatçı.
Nasıl kanserden kurtulduğunu anlatırken. 
Doktorlarımızın ameliyat ettiğini, verdikleri ilaçları kullanmaya devam ettiğini söyledikten sonra, 
Umreye gidip gelmesinden söz edip, gördüğü rüyayı anlattıktan sonra. Tesettüre nasıl büründüğünü, şarkıcılığı da namahrem olduğu için bıraktığını söylemesi, doktorların tedavisinden söz etmeyip her şeyi rüyasına ve de umreye bağlaması inanılır gibi değildi. 
Mahremin haram, namahremin de haram olmayan olduğunu dahi bilemeyecek kadar cahil birinin ekranlara çıkarılıp, bu tür bir saçmalığı topluma sunarken, kaş yapayım derken göz çıkarırcasına.
Rüya tabiri yapan birini de hoca diye ekrana çıkarttılar.
Toplumu etkilemek için özel olarak giyinmiş, bembeyaz kıyafeti ve özenle bırakılmış sakalıyla, rüya tabircisinden çok, ilahiyatçı büyük bir din adamıymış gibi, tesettüre bürünüp namahrem diye şarkıcılığı bırakan sanatçının rüyasını yorumluyor. 
Rüyanın Allah’ın bir hikmeti ve de uyarısı demesi düşündürücüydü! 
Çok daha düşündürücü olansa.
Rüyaların Allah tarafından bir işaret ve uyarı hatta yol gösterici olduğundan dem vurarak.
Rüyada görülen şeylerin ne anlama geldiğini sıralaması ise anlaşılır gibi değildi!
Bunun ve buna benzer dini ritüellerle dolu programların televizyonlarda yayımlanması bana çok anlamlı gelmeye başladı!
Çok daha anlamlı hatta düşündürücü olansa.
Ekranlarda bilim insanından çok, din adamlarının boy ve yol göstermesi de gösteriyor ki, vatandaşlar bilimden çok dogmalara çok daha fazla değer veriyor.
Yani.
Tüm sorunlarımızın sorumlusu.
Gene bizleriz.
Şikayet ettiğimiz her şeyin sorumlusu biziz!
Neden mi?
Saftirikliğimizden!
                                           -Devamı Salı günü-
============================================
-SALI-
                          Dogmalarla iç içeyiz (2)