Margaret Atwood tarafından yazılan roman serisini okudunuz mu? Sevgili Atwood romanlarında bir distopya anlatır. Yaşanılan bir iç savaşta kullanılan kimyasallar nedeniyle doğurganlık düşmüştür. Bu nedenle kadınlar çalışmazlar ve devlet mülkü sayılırlar. Ayrıca doğurgan olan kadınların sayıları az olması nedeniyle devlet kontrolünde komutanların hizmetine verilir. Bu kadınların özel kıyafetleri ve uyması gereken katı kuralları vardır. İç savaş sonrası kurulan diktatörlük sadece sokaklarda değil ev içinde de kendini göstermektedir.

Benzer isimle dizisi de yapılan bu roman ilk başta her ne kadar fazla abartılı ve gerçeklikten uzak olarak değerlendirilse de, yazar yaşanmamış veya yaşanmayacak hiçbir konuyu romanlarına aktarmadığını dile getirmiştir. Dizinin yayınlanması ardından hem dizi hem de roman serisi oldukça ses getirmeye başlamış ve her ülkede yaşayan insanlar ‘’Acaba bizim başımıza gelir mi?’’ diye düşünmeye başlamıştır. 

Günlerdir İran’da yaşanan olaylara sosyal medya hesaplarımız üzerinden şahit olduğumuz görüntüler aklıma bu romanı getirdi. Tıpkı romanda olduğu gibi İran’da kadınların bir başkaldırısı ve isyanı söz konusudur. Yıllardır devam eden baskıya karşı gelen kadınlar, rejim tarafından örtülmesi gereken saçlarını açmakta ve kesmektedir. Mahsa Amani’nin ölümü sonrası artan gösteriler kitaplarda veya dizilerde yer alan olaylar gibi olsa da bu yaşananların gerçek olduğunu unutmamak gerekir. 

Bu yaşanılan sadece Orta Doğu’ya özgü bir durum değildir. Hem Avrupa hem Amerika’da geçtiğimiz yüzyıl içerisinde toplu ölümlerin, katliamların, şiddetin her türlüsünün yaşandığını biliyoruz. Tarih içerisinde toplumların hep daha iyiye gitme eğilimi olsa da tarihsel bir kısır döngü içerisinde ilerlediğini görmek mümkündür. Nasıl ki bizler kendi tarihimizden eskiden daha iyi şartlarda yaşıyorduk, nasıl bu günlere geldik diyebiliyorsak benzer durum tüm dünya tarihi için geçerlidir. 

Hiçbir şey bir anda olmamıştır ve olmayacaktır. Bugün İran’da yaşanılanlar yıllardır yavaş yavaş olan tüm olaylara bir tepkidir. Her geçen gün kısıtlanan yaşamlara bir tepkidir. Sesini yıllardır çıkaramayan kadınların her zamankinden daha gür ve daha cesur eylemlerde bulunmalarının sebebi de budur. Diktatörler kendi dünya düzenlerini yaratırken, insanların hayallerinde var olan ve gerçekleşmeyi bekleyen distopyaları unutur. Ve bu distopyalar tarihin yeniden yazılmasına olanak sağlar. Yeter ki toplum yıllardır aldırmadığı veya bana dokunmadığı sürece bir sorun yok dediği her duruma farklı bakmaya başlasın. Ne dersiniz?