“Bakmakla görmek arasındaki fark nedir? “ diye sormuşlar Mevlana’ ya…  Cevaplamış: “ Senin baktığına herkes bakıyor; ama ya görebildiğini herkes görebiliyor mu? Aralarındaki tek fark sensin…” 
      Çok bildiğimiz, çok duyduğumuz ama üzerinde az düşündüğümüz konulardan biri bakmak ve görmek arasındaki fark. Hemen hepimizin başına gelmiştir. Kaybolan bir eşyamızı ararken her yere bakarız ama, bulamayız. Sonra bir bakmışız ki aradığımız şey aslında gözümüzün önünde bir yerdedir.
     Hepimiz bakarız ama ne kadar görürüz? Yahut ne kadarını?  Görmenin şartı bakmak ama görmek için bakmanın yeteceğine inanmak yanılgısına düşmüşüzdür hepimiz. Daha açıkçası çoğumuz baktığımızda gördüğümüzü zannetmeye meyilliyiz. Halbuki görmek, baktığımızda görülenlerin arasında bir ilişki kurabilmek, anlam üretebilmek; yani bir bütün. 
     İlkokul çağlarımda “ Bakmak ve Görmek” başlıklı bir yazı okumuştum. O zamanlar her ikisinin de aynı eylem olduğunu düşündüğüm için bana çok tuhaf ve hatta saçma gelmişti. Çocukken hayal gücünün çokluğuna oranla yaşanmışlığın azlığı yüzünden baktığımızda görünürdekinden fazlasıyla kopuk şeyler görmeyiz. Ne gördüysek o. İlginçtir, ancak büyüyünce anlarız. Yani baktığımızı görmeye başlarız. Büyümekse bu dünyadan gideceğimiz güne kadar dahi tamamlanmayan bir süreçken…
     Demek ki tamamen anlamak, belki ancak görme bittikten sonra başlayan bir süreç. Baktığımızda aslen, gördüğümüz şey nesneler değil, o nesnelere yüklediğimiz anlamlar ve duygular. Yani yaşanmışlıklar… 
     Nasıl ki bakmak görmek için yeterli gelmemekteyse görmek de anlamak için yeterli değil!  Anlamak, üstelik doğru anlamak bambaşka bir süreç.  Anlamak ve anlamlandırmak. Ne zor iş!  
     Sonuç olarak; bakmakla yetinmemek, görmek, farkına varmak gerekir. Görmek içinse hayatın detaylarına inmek, sorgulamak ve ilerisini düşünmek gerekir. Görmenin sonucu ne olursa olsun, gerçeklerden vazgeçmemek gerekir. Yoksa “ bakan kör” den bir farkımız kalmaz.