Alanya’nın iki doğal zenginliği var ki, biri denizin kenarında, diğeri Toros Dağları’nın kalbinde yer alır: Damlataş Mağarası ve Dim Mağarası. Bu iki mağara, yalnızca doğal güzellikleriyle değil, yıllardır insanların şifa aradığı yerler olarak da bilinir.
Damlataş Mağarası, 1948 yılında liman inşaatı sırasında tesadüfen keşfedildi. Kısa sürede mağaranın havasının astım ve nefes darlığı hastalarına iyi geldiği söylentisi yayıldı. Bilim insanları, mağaranın sabit 22 derece sıcaklığa ve yaklaşık yüzde 90 nem oranına sahip olduğunu tespit etti. Bu ortamın solunum yollarını rahatlatıcı etkisi olduğu belirlendi ve bu yönteme “speleoterapi” adı verildi. Sabahın erken saatlerinde elinde termosuyla gelen hastalar, mağaranın içindeki sabit havayı soluyarak dakikalarca oturur, damlayan suların sesi eşliğinde nefes alırlardı.
Alanyalı Hasan Karataş, bu tedaviyi deneyenlerden biri. Uzun yıllar astım hastalığıyla mücadele eden Karataş, doktor tavsiyesiyle Damlataş Mağarası’nı ziyaret etmiş. “İlk günlerde zorlandım ama üçüncü günün sonunda nefesim rahatladı; şimdi her yaz on günlüğüne mutlaka giderim. Belki ilaç değil ama bana nefes almayı hatırlattı.” diyor.
Zamanla Alanya’nın doğusunda yer alan Dim Mağarası da aynı amaçla ziyaret edilmeye başlandı. Bilimsel araştırmalar, Dim Mağarası’nın 1986 - 1989 yıllarında incelendiğini ve 1999 yılında ziyarete açıldığını gösteriyor. Yaklaşık 360 metre uzunluğundakimağaranın sıcaklığı 18 - 19 derece, nem oranı ise yüksek düzeyde. Bu sabit iklim yapısı, Damlataş’taki gibi astım ve alerji hastaları için uygun bir ortam oluşturuyor. Bilim, Dim Mağarası’nın havasındaki nem oranını, sıcaklığını ve iyon dengesini ölçerken; halk bu özellikleri doğanın diliyle açıklıyor: Onlara göre mağaranın havası değil, “nefesi” var; bu nefes insana iyi gelir, çünkü yerin kalbinden gelir.
Yöre halkı yıllardır mağaraların içindeki suların “yerin kalbinden gelen damlalar” olduğuna inanıyor. Bu yüzden mağarayı gezen birçok kişi, çıkışta elini uzatıp bu sudan bir damla yüzüne sürer.
Bu hareket, bir şifa dileğinden çok doğayla kurulan eski bir bağın ifadesidir. Kimileri bu inancı hurafe olarak görse de, doğa ile insan arasındaki bu kadim ilişkiyi korumak bölgenin kültürel belleği açısından büyük önem taşır.
Uzmanlar, bu tür doğal mağaraların tedavi edici özelliklerinin destekleyici nitelikte olduğunu, ancak “ilaç yerine geçmeyeceğini” vurgulasa da halk arasında hem Damlataş hem de Dim Mağarası, “Alanya’nın nefes alan kalpleri” olarak anılmaya devam ediyor.
Bu iki mağara yalnızca sağlık açısından değil, doğal ve kültürel miras olarak da korunmayı hak ediyor.
Damlataş ve Dim, gelecekte sadece turizm değil, sağlık ve ekolojitemelli bir yerel politika anlayışının merkezinde olmalı. Bölgedeki üniversiteler, belediye ve ilgili bakanlıklar iş birliğiyle mağaralarda düzenli bilimsel ölçüm, ekolojik koruma ve sağlık turizmi programları yürütülebilir. Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi öncülüğünde bu alanlarda yapılacak bilimsel projeler, hem genç araştırmacıların bölgeye ilgisini artırır hem de doğa temelli sağlık turizmine akademik bir zemin kazandırır. Ayrıca yerel halkın katılımıyla oluşturulacak bilinçlendirme etkinlikleri, hem bu doğal alanların korunmasını hem de Alanya’nın kültürel belleğinin yaşatılmasını sağlar.
Damlataş ve Dim Mağaraları bugün yalnızca birer turistik gezi noktası değil, Alanya’nın sağlık, doğa ve kültür belleğinin bir parçasıdır. Ziyaretçiler kimi zaman nefes darlığına çare arar, kimi zaman doğanın sessizliğinde dinlenir. Ama herkesin ortak bir isteği vardır: Bir anlığına da olsa rahat nefes alabilmek!
Belki kesin bir tedavi değildir ama bu mağaralar, insana doğanın hâlâ şifa verebildiğini hatırlatır.