Toplum olarak.
Yüzümüz hiç gülmüyor.
Cadde ve sokaklarda, hatta evde bile suratlar bir karış.
Herkesi potansiyel suçlu gibi görüyoruz.
TV kanallarındaki haberlerde.
Kadın cinayetleri.
Kadın istismarları.
Kadınlara, kızlara hatta çocuklara dönük cinsel tacizler.
Sapık ilişkiler.
Hırsızlık, 
Kapkaççılık.
Dolandırıcılık.
Fındık kabuğunu doldurmayacak olaylar sonrasında işlenen cinayetlerin hangisini sayayım hangisini örnek göstereyim?
Durakta bekleyen bir genci güvenlik görevlisi orada beklememesi için uyarınca aralarında tartışma çıkıyor.
Sonra genç güvenlik görevlisini bıçaklayıp öldürüyor.
Neden solladın?
Neden yan baktın?
Gibi, daha bir sürü saçmalıklar yüzünden insanlar birbirini öldürüyor.
Suç ve ceza dengesi mi yok?
Yoksa millet.
Aklını mı oynatmaya başladı?
Tüm bu olumsuz tabloya.
Bir de koronavirüs  belası eklendi.
Bu da belaların en büyüğü olmaya başladı.
Kuralsızlığı kural haline getirmeyi çok iyi becerdiğimizden.
Bu beladan kurtulmak için, yetkililerin sürekli tekrarladıkları, önlemleri de almayarak, hem kendimizi, hem de etrafımızdakileri ölüme taşımakla meşgulüz.
Bana bir şey olmaz saçmalığı gibi bir sürü anlamsız hatta ahmakça laf salatalarıyla, virüsün hızla yayılmasına sebep olan beyinsizler yüzünden, hastalık hızlı bir biçimde yayılmakta.
Bir toplum ancak bu kadar duyarsız olur!
Her şeyi dine bağlıyoruz.
Halbuki.
Japonlar öyle pek dindar bir toplum olmadıkları halde, (Tabi ki bize göre!) depremlerin en çoğunu ve en büyüklerini sürekli yaşamalarına karşın neredeyse hiç kayıp vermiyorlar.
Onların dini Şintoizm. Ne peygamberi var ne kitabı.
İyi insan olabilmek için örf adet ve geleneklere dayalı bir anlayış.
Dünyayı esir alan koronavirüs Japonya da etkili olamıyor.
Neden?
Duyarlı ve de disiplinli bir toplum da ondan.
Demek ki, 
Hayatın acı gerçekleriyle baş etmek için, dogmalardan medet umma yerine, 
Bilime sarılıp, 
Toplumsal dayanışmaya önem verip, her konuda duyarlı olmak gerekiyor.
Vatan ve millet sevgisinden söz edip duruyoruz.
Şehitlerimizin, vatan ve millet uğruna, şehadet şerbeti içtikleri için, onları baş tacı ederken, birbirimizden neden bu kadar çok nefret eder olduk?
Vatan sevgisiyle yanıp tutuştuğumuzdan dem vururken.
Çevre kirliliği tavan yapmış durumda.
Ormanları yakıp yıkıyoruz. 
Denizleri kirletiyoruz.
Bu kadar çok olumsuzluğu sergileyen bir toplumun, vatan millet sevgisinden söz etmesinin inandırıcılığı olabilir mi?
Tüm bu olumsuzluklardan şikayet eden bizler.
Aynı aymazlıkları ve çirkinlikleri sergileyebiliyoruz! 
Özde her tür çirkinliği sergilerken sözde, piri pakmış havasında ahkam kesip duruyoruz!
Yukarıda sıraladığımız bu olumsuz tablonun tıpta bilimsel tanımı “SOSYAL ŞİZOFRENİ” olarak geçiyor.
Tanımı ise kısaca şöyle.
“Şizofreni beyindeki hücre faaliyetleriyle ilgili bir durumdur. 
Beynin karar mekanizması, enerji programlaması bozulur. 
Beynin önem ve önceliklerini belirlemesi, hayal ile gerçek arasındaki sınırları fark etmesi, doğru ve yanlış diye oluşturduğumuz standartların bozulması durumunda şizofreni ortaya çıkar.  
İdealleri olmayan bir toplum, amacı olmayan insana benzer. Bir toplumu toplum yapan onun özgeçmişi (tarihi), şu andaki kimliği ve idealleridir. Bu üç konuda fikir birliği varsa, o toplum kendi kimliğini oluşturur. Toplumun ülkü denilen ortak idealleri ve hedefleri olması gerekir. 
Bir toplumun ortak idealleri yok edildiğinde, farklı insan gruplarından oluşan toplumda çatışma olacağı için o toplum dağılır. 
İnsan beyninde ortak bir ideal oluşturulmazsa beynin bir bölgesi farklı, diğer bir bölgesi farklı çalışır ve şizofreni ortaya çıkar. 
Toplumun da bir kısmı farklı, diğer kısmı farklı hedefler peşindeyse o toplum da huzur bozulur ve sosyal şizofreni denilen durum yaşanır.”
Olaya bu açıklama doğrultusunda baktığımızda.
Türkiye, yol geçen hanına döndü.
Yıllar boyu.
Dört yandan çok farklı kültürlerdeki insanlar ülkelerinden şu ya da bu nedenlerden dolayı kaçıp Türkiye’ye yerleşti.