Anlamanın, anlaşabilmenin temel kaynağı iletişimdir. Fakat genellikle insanlar mesajını sadece iletirler ve mesaj karşıya ulaşmaz. Çünkü iletişim değildir gerçekleşen, sadece iletmektir. İletişim karşılıklı olur ve iletişimde en az iki taraf vardır. Günlük hayatta olduğu kadar evlilik hayatında da birçok iletişim sorunları ve bu sorunlara bağlı olarak şiddetli geçimsizliklerin, anlaşmazlıkların yaşandığı aileler vardır. Zaman geçtikçe evdeki bu ortam rutinleşir, sıradanlaşır ama her geçen gün zehiri artmaya devam eder.
İletişim zehirlenmesine maruz kalan ailelerde yolun sonu görünmeye başlar. Eşler; hayallerine giden farklı yolların da varlığını düşünmeye başladığı bu süreç, yeni hayatlara gebedir. Acaba ayrılsam da yalnız mı yaşasam, çocuğumu alıp gitsem başımın çaresine nasıl bakarım, ailemin yanına dönsem nasıl olur gibi cevapsız sorularla girdaba giren eşler;  bir zamanlar hayatını paylaştığı kişiyle aynı ortamı bile paylaşmak istemezler. 
Eşinin yaptığı olumlu davranışları görmezden gelen, takdir etmeyen veya ettiğini belli etmeyen, bununla birlikte aksine hor görerek eşini ve yaptıklarını sıradanlaştıran eşler, zamanla tabiri caizse laf sokma yarışına girmektedirler. Eşinin aldığı çiçeğe “çiçekle beni kandıramazsın ona göre”, “hayırdır ne zamandır böyle çeşitli yemekler yapmazdın, bir şey mi isteyeceksin”, “duygu sömürüsü yapma” gibi eşinin yaptıklarını, yaşadıklarını hafife alan zehirli söylemler, eşlerin birbirlerini aşağılamasıyla devam edip gitmektedir. 
Sağlıklı iletişim kurmak yerine adeta iletişimi ortadan kaldırma çabasına giren eşler; zamanla, tek taraflı ağır söylemlerle kendini rahatlattığını, deşarj olduğunu zannederek ağzına geleni kusmaya devam eder. Ancak söylenen her söz eşinin yüreğine bir hançer gibi saplanır ve kapanmaz yararalar açar. Aradan yıllar geçse de o yaralar ilk günkü gibi sıcak, yakıcı ve yıkıcı olarak bedenin bir organı haline gelir. 
Yıllardır eşi tarafından veya karşılıklı olarak birbirini aşırı şekilde eleştiren eşlerde ortaya çıkan katlanamama sendromu ayrılık çanlarının habercisidir. Sen zaten hep böylesin, her zaman böyle yapıyorsun gibi eleştirilerle yaşanan olayı değil de doğrudan hayat arkadaşını aşırı, yersiz ve haksız bir şekilde eleştiren eşler, eşinin sabun misali elinden kayıp gittiğinin farkında değildir. Halbuki o sabunun elinde kalması da kayıp gitmesi de senin elinde. Yapılması gereken ise sadece eleştiri dozunun azaltılması ve yönteminin değiştirilmesidir. 
Eşler arası iletişimde daha doğrusu iletişimsiz ortamlarda genellikle küsme, ortamı terk etme veya sen haklısın (!) gibi imalı sözlerle örülen duvarlar sorunların çözümsüzlüğe bir adım daha yaklaşmasına neden olmaktadır. Duvar örmek, engeller koymak yerine zihinlerin sakin olduğu bir zaman diliminde yaşanan sorunların objektif olarak masaya yatırılması ve çözüm üretilmesi gerekir. Bu aşamada en güvenilir çözüm ise işin uzmanından destek alınmasıdır. Olayların farklı bir bakış açısıyla değerlendirilmesi sorunları sorun olmaktan çıkaracaktır. Çünkü sorunlarla dolu dimağların, kırgınlık yeşeren gönüllerin gözleri kör, kulakları sağır olur. 
Öfke anında sorunları tartışmak, yangını körüklemekten başka bir şey değildir. Küçücük sorunlar bile o anda söylenen sözlerle daha da alevlenecektir. Çünkü öfke, ve kızgınlık anında zihinlerdeki gerçek düşünceler gün yüzüne çıkar. Ve genellikle de bu düşünceler yıllarca içeride tutulmaya çalışılan, baskılanan ve içten içe kemiren düşüncelerdir. Yaydan çıkmış ok gibi karşı tarafı yıkar geçer. Öyle bir söz söylersiniz ya da duyarsınız ki ömre bedeldir. Ömrünüzden ömür gider, başınızdan aşağı kaynar sular dökülür. Bir anda eşiniz için yaptığınız ama eşinizin farkında olmadığı fedakarlıklarınız bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçer gider. Zamanında çözülemeyen iletişim sorunları öfke patlaması ile daha da çözümsüz ve kırıcı hale gelmektedir. 
Bu gibi öfkeli, tartışmalı ortamlarda ise eşler kendini, yaptıklarını savunurken karşı tarafı da suçlamaya devam eder. Halbuki bu durumun eşlere hiçbir faydası olmamakla birlikte eşleri geri dönüşü olmayan bir yola sürüklemektedir. Çünkü savunma ve suçlama yaparak kendinizi aklamaya, karşı tarafı da tamamen karalamaya çalışmaktasınız. Ancak gözden kaçırılmaması gereken nokta ise sorunlar kadar sorunların kaynağı da önemlidir. Öfkeli, kızan eş kadar öfkenin nedeni, kızmanın sebebi de ortaya konulmalıdır. Kızanın suçu çokta, kızdıranın hiç mi suçu yok sorusu bu gibi durumlarda savunma ve suçlama ile çözüme gidilemeyeceğinin göstergesidir. 
Eşler etkili bir iletişimle karşılıklı olarak duygularının gün yüzüne çıkmasına izin vermelidir. Duygularınızı birbirinizden ne kadar gizlemeye çalışırsanız, o duyguların esiri olursunuz. Nasıl hissettiğinizi, neler yaşadığınızı gizleyerek harakiri yaptığınızın farkında olsanız acaba gizler miydiniz? Hissettiğiniz duygulara gem vurmak, içten içe çökmenize neden olur. İnsan mutlu ise mutluluğunu, acı çekiyor ise acısını açıkça yaşamalıdır. Duvarı nem, insanı yaşanmayan duygular yıkar. Bu noktada en büyük destekçiniz yine eşiniz olmalıdır, hissettiğiniz duygularınıza, düşüncelerinize en büyük tercüman eşinizdir. Ancak sağlıklı bir şekilde kurulamayan iletişim buna en büyük engeldir. Çünkü zihninizdeki düşünceleri paylaşmanız halinde eşinizin sizin yanınızda olmaması, size destek vermemesi yönündeki korkular, beklentiler(!) eşler arası iletişime köprü değil set olmaktadır. Çünkü siz eşiniz için önemli olabilirsiniz ancak aynı zamanda önceliği de değilseniz bu korku, bu beklenti her daim kapınızı çalacak ve yaşanmayan duygular sizi esir almaya devam edecektir.
Doğruları, yaşananları söylemek, anlatmak, paylaşmak acının hapsolduğu bedeninizden dışarı çıkmasına izin vermektir. Acının esareti altında kalmayan bedenler ise daha sağlıklı bir düşünce ile daha nitelikli iletişim kurabilecektir. Dolaylı anlatımlar örtük iletişim aracıdır, başka bir ifade ile sera altı iletişim, iletişim değildir. Eşler arası iletişimsizliğin perde arkasındaki gizli failleri ise karşılıklı ya da tek taraflı olarak sevginin çoraklaşması ve saygı duvarlarının yıkılmasıdır. Bunun yerine duygusuz düşüncelerin hakim olduğu, sözlerin lal ve bakışların manasız kaldığı ruhsuz bedenlerin aynı çatı altında ortak kederle, ortak kadere yürümesi ne kadar mümkündür? İletişimde kalmanız dileğiyle…