Değerli dostlar...
İnanın,
yazılarımı kaç kişi okuyor bilmiyorum.
Sanırım okuyan üç beş kişiyi geçmez.
‘Okunmadığını bildiğin halde neden yazıp duruyorsun?’derseniz…
Dostum Necati Masatlı yazmam konusunda ısrarcı olduğu sürece yazmaya devam etmeye gayret edeceğim.
Sayın Masatlı’nın ısrarını ise anlamış değilim.
Sanırım beni hayata bağlamaya çalışıyor…
Ne ise,
aslında yazının başlığındaki konuya girip şöyle 20-30 yıl öncesine dönersek,
bugünkü gençlerimizin o yılları bilmeleri tabii ki mümkün değil.
Ama bizim kuşak o yılları çok iyi hatırlar.
Yazılarım oldukça ilgi toplardı.
Kastamonu sürecini bir kenara bırakıp,
Alanya’daki 30 yıllara varan gazetecilik ve yazarlığımla, abartmadan biraz olsun övünebilirim.
Bu süreçte,
yani
sağlığım yerindeyken…
Alanya’nın bürokrasisinde yer alan yöneticilerini, yerel yönetimlerde görev yapan dostların hepsini yakından tanıma fırsatım olurdu.  
Siyasilerle iç içeydim.
Aralarında hiç ayrım yapmamaya gayret ederdim.
Alanya’nın sorunlarını her platformda tartışır, hep birlikte çözüm bulmaya çalışırdık.
Yazılarımın içeriği de hem genel hem de yerel konuları kapsardı.
Şimdi bu tür konulara neden giremediğimi sanırım biliyorsunuzdur.
Koah hastalığım nedeniyle fazla dışarı çıkamıyordum.
Salgın sonrasında ise
evden çıkamaz oldum. 
Televizyon ve sosyal medyadan gelişmeleri izlemem mümkünse de ben son yıllarda siyasetten de siyasetçiden de ürker oldum.
İnanın hiç birine inancım kalmadı.
*
Einstein’e sormuşlar:
“Dünyada yaşam nasıl?”
“Üst sınıf yaşar, orta sınıf şikâyet eder, alt sınıf ise şükreder.”
“Ya inanç durumu?”
“Üst sınıf paraya, orta sınıf lidere, alt sınıf da Tanrı’ya tapar” demiş!
Dünyanın halini bundan daha iyi anlatan bir anekdot duymadım. 
*
Geçmişte birisi ya da birileri,  “Bir birlikteliği oluşturup, güçlendirmenin en kolay yolu, ortak bir düşman bulmaktır” demiş.
Sanırım bizim siyasetçiler bu sözü o kadar benimsemiş ki sürekli kendilerine ve yandaşlarına dönük düşman icat ederek, ayakta kalmaya hatta güçlenmeye çalışıyorlar.
Rahmetli Kazım Karabekir Paşa taa o yıllarda bile din bezirganlarının çokluğundan yakınmış. Bakın ne diyor:  “Öyle puslu ki hava, Şeytan bile Müslüman mintanı giyiyor.”
*
Beni en çok rahatsız edense Napolyon’un dedikleri…
“Ben Katolik geçinerek Vendee Savaşını kazandım; Müslüman geçinerek Mısır’a yerleştim; Papacı geçinerek İtalya’da yürekleri kazandım. Bir Yahudi halkını yönetecek olsam, Süleyman tapınağını yeniden kurardım.”
Günümüzde de kimin kim olduğu ve kime hizmet ettiğini anlamak mümkün değil!
Böylesine olumsuz, yozlaşmış ve bozulmuş bir ortamda neyi nasıl savunacaksın? Vatan ve millet sevgisi sözde kalmış. Özde, herkes bir hesabın peşinde…