Rahmetli Rıfat Ilgaz’ın o meşhur “Hababam Sınıfı”ndan esinlenip, ben de yazımın başlığını “HABABAM OKULU” diye attım.
Rahmetli ile epeyce kadeh tokuşturmuşuzdur. 
O benim neredeyse iki mislim boyuyla, babacan, sevecen, bilge, hoş sohbetleriyle 80 yıllık ömrümdeki unutulmaz dostlarımdan en önde gelenlerden birisi.
Rahmetliyle tanışmam oldukça ilginçti.
Parti binasında gençlerle felsefi ve de siyasi anlamda seminer düzeyinde sohbet ederken, gençlerden biri konuşmamın arasına girip, “Hocam Rıfat Ilgaz geldi” dediğinde, “Kendisine kahve ikram edin” diyerek konuşmamı sürdürdüm. (Gençlerin bana hocam demelerinin nedeni, hem futbol hakemliği, hem de antrenörlük yapmamdı)
Sohbet bitince o dev gibi adamın yanına gidip “Hoş geldiniz” diyerek kendisini özel odaya götürüp çay ve kahvelerimizi birlikte içerken epeyce de sohbet ettik.
Sohbet sırasında, bana gençlerle yaptığım sohbetin seminer düzeyinde oldukça çok başarılı olduğunu söyleyerek beni iltifatlara boğmuştu. Sanırım bu iltifatların gazından olacak, ben de, “Rıfat Bey biraz da sosyal içerikli kitaplara ağırlık verseniz” demiştim.
O da, “Kitaplarımın sosyal içerikli olduğunu sanıyordum ama uyarını dikkate alacağımdan emin olabilirsin” demişti.
Sonra birlikte “Kazım’ın Lokantası” adlı bir salaş meyhaneye gidip kafaları çekmiştik.
Salaş meyhaneye gitmemizin nedeni de rahmetlinin böyle yerleri tercih etmesiydi.
Rıfat Bey, Cideliydi. Sık sık Cide’ye gelir, muhakkak Kastamonu’ya da uğrardı.
Her geldiğinde de birlikte olurduk.
Yıllar sonra gene bir içki masasında kendisine ilk tanıştığımızda kitaplarını sosyal içerikli yazmasını önerdiğimde, neden tepki gösterip beni uyarmadığını sorduğumda.
“Oğlum, o yıllarda sen havalarda uçuyor, ayağın yere basmıyordu. Ama sürekli okuyan, araştıran ve tartışan biri olarak er geç benim kitaplarımın da sosyal içerikli olduğunu anlayacağını bildiğimden sesimi çıkartmamıştım. Bak ne kadar haklı olduğumu kanıtlamış oldun” diyerek benim gençliğimde özellikle de o yıllarda her şeyi ben bilirim havalarında biri olduğumu da bir bakıma hatırlatmış oldu.
Aslında bugün bile Rıfat Ilgaz gibi bir ustaya ukalalık yaptığım için hep utanç duyarım. 
Hayat bu.
İnsan ne kadar az bilse de belli dönemlerde çok bildiğini sanabiliyor.
Bu saçmalığa düşmemek için, çok okumak gerekiyor.
İnsan okudukça, bilginin ne denli ulaşılamaz bir okyanus olduğunu daha iyi anlıyor.
Bilgi bir okyanus ise,  biz sadece sahillerindeki sığ sularda kulaç atmakla meşgulüz.
Yazının başlığını “HABABAM OKULU” diye atmamın nedeni. 
İstanbul’da Zincirlikuyu Mezarlığı yanındaki o eski şahane mekanda yer alan Yapı Sanat Enstitüsü’nde, 1958-59 yıllarındaki unutulmaz anılarımdan birkaçını anlatmaya soyunmuşken, konu rahmetli Rıfat Ilgaz gibi bir ustaya kaymış oldu.
Bugün sizlere, haytalıklarımıza dayalı komik anılarımı anlatmaya çalışacağım.
Ama önce.
Benim bu okula gitmemin nedenini ve okulun özelliklerini anlatmam gerekir.
İnşallah okulu anlatıyorum derken, komik bulduğum anıları başka bir güne sarkıtmam!
Her ne ise.
Babaannem, dedem ve halam tarafından.
Tam Eyüp Lisesi’ne kaydımın yapılmasına karar verildiği sırada, bir komşumuzun, iki yıllık bu okuldan mezun olunca mühendis olunacağını söyleyince, bizimkiler beni bu okula kaydettirdi.
Buna rastlantı mı desek?
Yoksa?
Bir beyinsizin işgüzarlığı mı desek inanın bilemiyorum.
Ama bu karar, benim bugünkü hayatımın temelini teşkil etti diyebilirim.
Liseye gitseydim ne olurdu?
Sonrasını okur muydum?
Onu bilmem mümkün değil.
Ama babaannemle dedemin yanında onların imkanlarıyla lise sonrasını okumam çok zor olurdu gibi geliyor bana.
Aslında o tarihlerde benim futboldan başka düşündüğüm bir şey yoktu.
Bu yüzden de okul konusunda fikir yürütme gereği bile duymamıştım.
O yıllarda lise mezunu parmakla gösteriliyordu.
Yapı Sanat mezunu olarak Bayındırlık Bakanlığı’nda hemen iş bulabildiğimi de söylemeliyim.
1965 yılında koskoca nafia müdürlüğünde bir tek bile ne mimar ne de mühendis vardı.
Müdürümüz teknikerdi.
Yani, koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi dendiği gibi biz de, bir bakıma mühendis görevi yapıyorduk.
Nafia müdürlüğü sonradan Köy Hizmetleri, Bayındırlık, Devlet Su İşleri, Karayolları diye farklı müdürlüklere ayrıldı.
Ben Bayındırlık Müdürlüğü’nde yer alıp oradan da emekli oldum.
Bugün için sizden özür diliyorum.
Umarım, cuma günkü köşe yazımda ele alacağım haytalıklarımıza gülersiniz.