Karadağlılar tembel olarak ün yapmışlar.

Arnavutluk sınırını geçtikten sonra otobüsümüz Budva’ya doğru ağır ağır yol alıyor. Budva, Karadağ’ın turizmde kalbi. Turistik bir sahil kasabası. Yollar dağlık, virajlı ve dar. Bazen yolda iki otobüs yan yana gelince birisi diğerine yol vermek zorunda kalıyor.

   Rehberimiz Edin mikrofonda bize Karadağlıları anlatmaya çalışıyor. Karadağlılar tembellikleri ün yapmışlar. Edin

bir fıkra ile söze başlıyor:

Torun, dedeye "Dede, canım çalışmak istiyor. Ne yapayım?"

Dede, "Otur şuraya bekle göreceksin ki geçecek" der.

Karadağ'da her yıl tembellik yarışmaları düzenleniyormuş. Yarışmacılar hiçbir şey yapmadan uzanıp yatıyorlar. Yalnızca 8 saat ara ile tuvalete gitmelerine izin veriliyor. Yarışmacıların uyumaları yiyecek, içecek ihtiyaçlarını karşılamaları,

kitap okumaları, telefon kullanmalarına izin veriliyor. Ayağa kalkmaları yarışma kurallarına aykırı. Yarışma sonunda Karadağ'ın 'En Tembel Vatandaş'ı 'seçilen kişi 300 Euro gibi bir para ile ödüllendiriliyor. Eh fena para sayılmaz yattığın yerden para kazanma diye ben buna derim.

İki Karadağlı bir bankayı soyarlar.

Soydukları paranın ne kadar olduğunu öğrenmek için saymaya karar verirler. Sonra da saymaktan vazgeçerler. "Nasıl olsa yarın soygunda bankadan kaç para çalındığını gazetelerden, televizyon kanallarından öğreniriz” diyerek Karadağlılar, insanın yorgun doğduğuna, dinlenmek için yaşadığına inanıyor.

Geceleri iyi bir uyku uyumanın ilacı, gündüzleri dinlencedir diyerek çalışmaya karşılar. Çalışan demir pas tutmaz atasözüne inat, çalışmak insanı öldürür diyerek dinlenen bir insanı gördüğünüzde mutlaka ona yardım edilmesi gerektiğini, 

bunun insanlık görevi olduğunu söylüyorlar.

Karadağlılar her gün çalışmaktan şikayetçiler. Parlemento binasını kuşatıyorlar. Hükümet üyeleri şikayetleri dinleyip çalışma gününü haftada bir güne indirerek çarşamba günlerini mesai günü ilan ediyorlar. Arkadan bir ses: "Mesai her çarşamba günü mü olacak?"

    

Zeytin ağaçları arasında Budva'ya doğru yol alırken ilk görüntüler arasında göze çarpan masmavi bir deniz 

birkaç küçük adacık. Bu anı ben daha önce yaşamıştım. Kaşa girerken masmavi bir deniz ve denizin ortasında Meis Adası. Sağında, solunda küçük adacıklar karşılamıştı bizi. Zeytin ağaçları arasından geçerek Kaş'a merhaba demiştik. Budva'ya girişte yaşadıklarım tam bir Dejavu hali.

Kısa keselim Aydın havası olsun. Lafı uzatmadan, eğip bükmeden bir Karadağ fıkrası ile noktayı koyalım.

Yugoslavya'daki iç savaş sırasında Karadağ

dört bir yandan ateş çemberine alınmış. Dışarıdan hiçbir yardım alamayan Karadağ'da açlık baş göstermiş. Önce çocuklar açlıktan ağır ağır ölmeye başlamışlar. Karadağlılar bakmışlar çözüm yok. Açlıktan ağır ağır ölüyorlar. Toplu halde intihara karar vermişler. Yüksek bir dağın tepesine çıkmışlar tam aşağıya atlayacaklar.

Bir ses duymuşlar: "Durun aylardır beklediğiniz patates yardımı Birleşmiş Milletler tarafından gönderildi. Limanda gemilerden boşaltılıyor."

"Patatesler soyulmuş mu?"

"Evet soyulmuş."

"Ya haşlanmış mı?"

"Hayır haşlanmamış"

Hepsi birden uçurumdan aşağı atlayıp intihar ederler.