Pandemiyle birlikte aylarca eve kapandığımız bu sürede doğa kendini yeniden inşa etmeye başlıyor diye sevinmiştik. Yıllardır kuşların gelmediği nehirlere kuşlar gelmiş, yangınların üstünü yeşillikler kaplamaya başlamıştı. Umut doluyorduk bu anlara şahit oldukça. Şimdilerde bitmek bilmeyen gündem meseleleri ile hayatımızı yaşamaya çalışırken kirlenmiş boğazlarımızın videolarına ve fotoğraflarına şahit olduk. Beklemediğimiz bir anda doğa bize mesaj gönderiyordu. 
Yangınlarla birlikte ormanlar yok oluyor. Nefes alamıyoruz. Aldığımız nefes bildiğimiz oksijen dışında başka her şeye benziyor. Temiz hava için şehirlerin arasında kalmış küçük parklara kaçıyoruz zaman buldukça. O da yetmeyecek bir gün. Betonlar arasında nefes almaya çalışırken kaçtığımız parklar da yok olacak. 
Pandemi yasakları değişti. Eve kapanma süremiz azaldı. Ama hala daha aylardır iş yapamayan turizm ve müzik sektörüne ilişkin bir düzenleme yapılmıyor. Her hafta başka bir insanın yaşamına son verdiği haberlerini okuyoruz. Ülkemizin en güzel kaynaklarından birisi doğasıyken biz bunu da değerlendiremiyoruz. Turizm sektörü de yavaş yavaş ölüyor veya belirli aylarla sınırlı kalmaya başlıyor. Herkes yaz gelse de tatile gidebilsek belki o zaman oteller açılır diye düşünüyor. Peki ya tatile gittiğimizde girecek bir denizimiz kalmazsa o zaman ne yapacağız?
Geçtiğimiz hafta ‘’Esaretten Cesarete’’ adlı bir kısa film yarışması düzenlendi. Bu senenin kısa filmleri doğaya ve hayvana şiddeti konu alıyordu. Yarışmadaki kısa filmleri izlerken piknik yaptığımız ormanları, yüzdüğümüz denizleri, yürüdüğümüz ormanları düşündüm. Doğa bize sesleniyordu ama biz ısrarla duymuyorduk. Bir bir yok oluyordu ve bizler sadece izliyorduk. Elimizden bir şey gelmez diye düşünüyorduk. Bazı insanlar farkındalık yaratmak için paylaşımlar yapıyor, imzalar topluyor veya koşuyorlardı. Bazı insanlarsa bunun da geçici olduğunu, birkaç güne unutulacağını söylüyordu. 
Doğayı unutmanın bize getirebileceği sonuçlara ne kadar hazırız acaba? Belki bizim için yeterli bir zaman vardır ancak bundan yüzyıllar sonrasında dünya nasıl bir yer olacak diye hiç düşünüyor muyuz? Yoksa olabilecek sonuçları bildiğimiz için, artık geri dönüşü olmayan bir noktada olduğumuz için mi insanlık adına yaşanabilecek gezegenler bulmaya çalışıyorduk? Dünyanın kalbi doğa anayı her gün yavaş yavaş öldürüyor muyduk? O zaman bu ölümde hepimizin bir parmağı yok mu? Umursamadan yere attığımız çöplerden, sonrasını düşünmeden kirlettiğimiz dere veya denizlerden, deniz manzaralı binalar yapabilmek için yaktığımız ormanlardan, alışveriş merkezi olduğunda daha iyi olur diye düşündüğümüz parklardan, değişen mevsimlerden sorumlu değil miyiz gerçekten? Yoksa hala daha herkes yapıyor ne olacak ki diye düşünüp yaptığımız tüm bu eylemleri devam mı ettireceğiz?
Doğa can çekişiyor. Her gün biraz daha ölüyor. Bize sonsuz bir kaynak sunan doğayı insanlık olarak kendi ellerimizle katlediyoruz. Ancak doğa ana sesini bile çıkaramıyor. Gördüğümüz haberleri geçiştirmeden okuyarak doğayı bu kez dinlemeye ne dersiniz? Beklemediğimiz bir anda gelen bu mesajı dinlemeye ihtiyacımız var. Eğer bunu bu gün yapmaya başlamazsak kendimize değil yeni bir gezegen yepyeni bir galaksi bulmamız gerekecek.