Misafirinin arkasından göz yaşı döken dünyanın en güzel insanlarının yaşadığı bir Alanyamız vardı. Bakkal, lokanta, manifatura, terzi, berber dükkanlarının olduğu küçücük çarşısında esnaflar birbirlerine karşı saygılıydı. Aralarında lonca usulü bir dayanışma vardı. Birbirlerinin yardımına koşup sorunlarını hep birlikte çözerlerdi. Cuma ezanı okunurken esnaflar dükkânlarında bulunan ibrikteki suyla abdestlerini alıp, dükkanlarının kepenklerini yarıya kadar indirip, koşar adım caminin yolunu tutardı. Cuma namazı vakti alışveriş yapılmaz. Cuma namazı her erkeğe farz olup, bu vakitte yapılan  alışveriş haram sayılır.
O yıllarda Gündoğmuşlular henüz tekstil sanayine girmemişlerdi. Pazar yerinin çevresi henüz tekstil dükkanları ile dolu değildi. Oralar portakal bahçeleriydi. İnsanlar çarşıda bulunan manifatura dükkânlarından alışverişini yapar, çoğu köylü veresiye defterine yazdırıp, hasat sonu elde ettiği ürünün satışından kazandığı para ile borcunu öderdi.
 Henüz süpermarketler yoktu. Kara Tevfik, bakkal dükkanında kestiği yarım ekmeği tartarak verirdi.
Henüz lüks lokantalar yoktu. Memiş Ağa, Ramazan günleri lokantanın camlarını eski gazetelerle kapatırdı. Masaya oturduğun zaman yemek gelinceye kadar gazete kupürlerini okuyarak bilgi dağarcığına katkı sunardın. Memiş Ağa’nın paça çorbası, kuru fasulye, nohut ve pilavı meşhurdu. Balık taratorunu da güzel yapardı. İri gövdesine oranla, kocaman ellerinin arasına aldığı havan avucunun içinde kaybolurdu. Soku ile havan arasında ezilen cevizlere su ilave edilerek yapılan tarator balıkta ayrı bir lezzet oluştururdu.
Bir Alanya’mız vardı dediğimiz yıllarda henüz D&R mağazaları yoktu. Belediye tuvaletine girişte sokağın başında rahmetli Münir Aykaç el arabasında kitaplar satardı .Ağırlıklı olarak dini kitapların yanında "Battal Gazi ", "Hz. Ali'nin Kan Kalesi Cengi", "Kerbela Vakası", "Uhud Savaşı" gibi yine dini içerikli tarihi romanlar satardı. Rahmetli anam, "Oğlum 32 farzı öğren. 32 farzı bilmezsen nikahın olmaz" demişti. Ben de anamın tavsiyesine uyup, "Mızraklı İlmihal" kitabını rahmetli Münir Aykaç 'tan aldığımı hatırlıyorum.
Ne olduysa oldu, Alanya’mızı Falih Rıfkı Atay'dan sonra ilk keşfeden turistler akın akın kafileler halinde gelmeye başladı. Onlara en güzel misafirperverliğimizi gösterdik. Baktık getirisi iyi, evlerimizi pansiyon yaptık. Alanya’daki turistik rantı gören rantiyeciler hızla şehri işgal etti. Büyük paralar vererek dükkanları kiraladılar. Bundan sonra sıra geldi turisti kaz gibi görüp yolmaya. Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey bozuldu. Alanya misafirini seven konumundan, misafiri düdükleyen konumuna geçti.
Gün geldi bir zamanlar Alanya’mız vardı hayali bile cihana değer oldu.