Oldukça bilinen bir kitap olmasına rağmen beni asıl okumaya iten nokta Zeki Demirkubuz'un bu kitaptan uyarlanan 'Yeraltı' filmi oldu. Gayet akıcı bir senaryonun kaliteli bir şekilde ekrana aktarılmasından dolayı kitabı daha da çok merak ettim.

Kitap ilk başlarda beni hayal kırıklığına uğratarak 3/5 olarak başladı. Çok fazla kişisel düşünce yansıtılmıştı. Bu lafı daha fazla açmak için şöyle diyebilirim; kitabın ana karakteri yeraltı adam diye biri, bu amcamız 40 yıl boyunca memurluk yapmış ve hayattan olabildiğince bıkan amaçsız, sabırsız, memnuniyetsiz bir kişilik. Ben depresif ve enerji sömüren insanlardan nefret ettiğim için bu abinin düşünceleri beni aşırı yorup sinirimi bozdu. Hah işte ilk 40 sayfada falan da hep bu düşüncelerden bahsediyor. Ancak yaklaşık 40. Sayfadan sonra konuya olaylar giriyor. Bu abi arkadaşlarıyla buluşuyor bir kızla tanışıyor vs.

İşte bu olaylardan sonra kitap akmaya başladı. Arkadaşlarıyla ve o tanıştığı kızla arasında geçenler, yaptığı hareketlerin altında açıkladığı psikolojisi beni etkilemeye yetti. Yine de yazarımız Dostoyevski olunca ben daha etkileyen ve beni daha çok içine alabilecek bir kitap bekliyordum. Kısacası arkadaşlar ben bu kitabı Dostoyevski'den kaynaklı okunacaklar listesine alırdım ama yazarı başka biri olsaydı çok da önemsemeyin falan derdim.

Bu arada filmde yemek sahnesinde arkadaşlıkla ilgili çok güzel bir tirad vardı. Bu tirada kitapta yer verilmemiş bu beni bir miktar üzdü... ve filmde baş karakterimizi ve tanıştığı kadını çok duygusuz yansıtmışlar oysaki kitaptaki karakterler çok daha orijinal. Özellikle Liza en sevdiğim ve duygularını hissettiğim karakter oldu.