Bazı filmler vardır ki başrollerinde yer alan büyük yeteneklere saygınızdan bile izlemeniz gerekir. Nuh Tepesi filmi de o filmlerden biri. Böyle yapımlarda konuyu anlatıp sesi, rengi övmemize bile gerek kalmaz. Çünkü, başrolünde Haluk Bilginer gibi bir usta ve Ali Atay gibi başka bir yetenek yer almaktadır. Ama yine de ayıp olmasın birazcık bahsedelim filmden, senaryosu da hiçe sayılamyacak kadar var çünkü…

         Konu bakımından basit gözükse dahi birçok derin detaya inen senaryo gerçekten de olay akışı bakımından incelikle işlenmiş. Ölümünün yakınlaştığını hisseden bir “baba”nın beni illa da köyüme diktiğim ağacın altına gömün demesiyle başlıyor tüm hikaye. Baba kelimesini bilerek tırnak içinde yazmamın nedeni bu amcamızın tatlı su babası olmasından kaynaklı. Bir tane evladı var, bu evladını da daha küçükken terk etmiş gitmiş. E böyle babaya baba mı denir, diyorsun işte atsan atılmaz satsan satılmaz. Hikayenin devamında ise babasını atıp satamayan oğlu son vasiyetidir diyerek çıkıyor beraberinde bir yolculuğa.         

            Gündüz oluyor akşam oluyor bu baba ve oğul o meşhur ağacın gömüldüğü köylerine geliyor. Ancak şöyle bir durum var ki bu ağaç, köylülerin ve birçok kişinin inancına göre taa Nuh Peygamber döneminden kalma kutsal bir ağaç. E böyle bir yapıya da yıllar sonra amcanın teki hayır ben diktim benim o deyince de olaylar curcunaya bağlıyor tabii. İnsanlar umudunu bağlamış bir kere o ağaca. Mutluluklarını, kısmetlerini dilemiş acılarını anlatmış. İnsan da bir şeye umudunu bağlayınca onun gerçeklerini öğrenmekten kaçıyor pekala. Gerçekler acıtıyor her insanın canını onlar da haklı.

            Şimdi böyle baktığımız da senaryoya, bir baba ve oğulun köylülerle çatışması gibi gözüküyor ancak değil. Bu film aslında herkesin iç dünyasındaki çatışmayı gösteriyor. Baba olamamanın, baba olacak olmanın, umut etmenin, evlat olmanın, umut aramanın… yani toplumun her yarasından bir şamar vuruyor bizlere.

            Bu yüzdendir ki detaylarla süslenmiş, ruhumuza dokunan ve Bilginer’in sesiyle daha da etkili hale gelen bu film bana kalırsa en az bi 8.7/10 puanı hak eder durumda. Ancak bir şeye çok içerlendim ki bu konuyu siz sevgili okurlarımla paylaşmazsam olmaz.

            Filmin oyuncu kadrosunu görünce anında dedim ki kesin çok ünlü bir yönetmenin filmi bu. Ancak değildi… doğru düzgün uzun metraj filmi bile olmayan Cenk Ertürk’e aitti. Sonra tabi araştırdım ben kimdir bu Ertürk nasıl ilk filmlerinden oynatabilmiş Bilginer gibi birini başrolde. Ve şaşırmadım tabi ki… kendisi yurtdışlarında sinema eğitimi almış şanslı bir insan. Torpilli değil. Ancak yeteneğini gösterme şansı olmuş biri… bu konunun filmle alakası yok ancak eski bir sinema öğrencisi olarak içerledim buna tabi ki. Nasıl ki zamanında boş vakti olan ilgisinin peşinden gidip filozof olabiliyorsa bu devirde de boş vakti ve parası olan ilgisinin peşinden gidip sinemacı olabiliyor. Kısacası her sinemacı birer filozoftur ve sizin de bu toplum felsefeli filmi izlemenizi öneririm.