İnsanların pek azı çevresine karşı duyarsız ve etkileşimden uzaktır çünkü insanlar sosyal canlılardır. Paylaşıma dönük ve çevreden dönütler almayı seven bir tabiata sahiptir. Psikoloji bilimi gelişmeye başladığından bu yana insanın sosyal bir yapıya sahip olması araştırma konusu olmuştur. Yapılan araştırmalarda ise bireyin çeşitli sebeplerle kararlarının etki altında kalabildiği gözlenmiştir.

Günümüzü düşündüğünüzde toplumsal yaşamınızda kişisel kararlarınızı tamamen tek başınıza verdiğinize inanıyor musunuz? Ben davranışlarımı ve düşüncelerimi tamamen kendim ayarlıyorum kimseden etkilenmem diyebilirsiniz. Gelin bu konuyu birlikte ele alalım.

Polonya asıllı Amerikalı sosyal psikolog Solomon Asch tarafından 1953’te yayımlanan ve ‘‘Uyma Deneyi’’ ismini taşıyan bir deneyde çevrenin insan kararları üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Sonuçları ise gerçekten ilginç.

Bu tür deneylerde uzmanlar deneye katılacak kişilere katılım amaçlarını farklı bir amaç olarak ifade etmişlerdir. Bu uygulamanın sebebi ise deneye katılan kişilerin, deneyi bilerek ya da bilmeyerek manipüle etmesini önlemek için yapılmıştır. Bu yüzden katılacak kişilere bu deneyin bir göz ve görme yeteneği testi olduğu söylenmiştir. Deneyde bireyin dışındaki diğer katılımcılar Asch’in asistanlarıdır ancak katılımcının bundan da haberi yoktur asistanların amaçları ise katılımcının fikirlerine etki etmeye çalışmak olacaktır. Deney başlar ve birbirinden farklı uzunluktaki çizgiler gösterilmeye başlanır. Asistanlar hangi çizginin uzun hangisinin kısa olduğunu doğru sırayla söylerler katılımcı da benzer şekilde yanıt verir ve hepsi doğru yanıtlamıştır. Ancak bir süre sonra asistanlar bilinçli olarak yanlış yanıtlar vermeye başlarlar ve aslında çok net bir şekilde uzunluğu kısalığı belli olan çizgilere katılımcılar da yanlış yanıtlar vermeye başlarlar. Bu net olarak belli olan çizgilere diğer kişilerin yanıtından etkilenerek yanlış yanıt veren kişi sayısı oransal olarak %32’dir. Şimdi şöyle düşünelim bu deneyi bilen bir insan toplumu etkilemek için neler yapabilir?

Örnek olarak medya sektörünü ele geçirebilir. Çünkü televizyonda, gazetede ne yazıyorsa bireylerin %32’si yanlış bile olsa bunu destekleyecek ya da bu yanlış bir bilgi demeye çekinecektir. Ve %32 bir ülkede siyasi gidişata yön verebilecek bir rakamdır. Gazetemizin ve medyanın gücünü anlamanız adına bunu dile getiriyorum. Başka bir örnek verecek olursak bugün burada bu yazıyı kaleme almak yerine mevcutta bulunan herşeyi size övüyor olsaydım o yazıya da inanacak %32 çıkacaktı. Ancak temeldeki amacımız halkın bilinçlenmesi ve uyanışını hedeflediği için kafalarda soru işareti bırakacak ve sizi düşündürecek bu yazıyı kaleme aldım. Peki ne yapmalıyız?

Psikolojik olarak eğitim sürecini gözden geçirmeliyiz. Bir küçük çocuğa korkmadan fikirlerini söyleyebilmeyi öğretmeliyiz yanlış bile olsa kendini ifade etmesini desteklemeliyiz. Ve bu süreç aileden başlamakta. Aileden temel alan bu ifade ve korkusuzluk süreci okulda da devam etmeli. Bu yüzden kendi kafasındaki profile göre fotokopi makinası gibi öğrenci basmayı amaçlayan eli sopalı öğretmenler değil; Farklı fikirleri destekleyen kendisinin de bilmediği şeyleri öğrencilerin bilebileceğinin farkında olan ve üstünlük çabasına girmeyen öğretmenler gerekli.

Eğer çocuğa aile içinde de uyumlu ol sessiz ol dersek, Okulda da öğretmenleri uyumlu ol sessiz ol konuşma derse, bu çocuk ilerde %32’lik ihtimalin arasına girip ‘’Uyma Deneyi’’nde olduğu gibi çevresinde olup biten yanlışları başkalarının tepkisine göre değerlendirebilecektir. Şimdi bu yazıyı okuyan ebeveyn, eğitimci, medya yazarları ve diğer insanlar. Bence herkes üzerine düşen sorumluluğu anladı. Benim sorumluluğum bunu dile getirmek ve sizi uyarmaktı. Sağlıcakla kalın.