Bu hafta 6 Şubat depreminin birinci yılıydı. Depremin gerçekleştiği on ilde anma törenleri yapıldı. İnsanlar yakınları için sessiz yürüyüşler yaptı. Fenerlerle, ışıklarla ve en önemlisi de birbirinden farklı birçok duyguyla sevdiklerini andılar. Özlemlerini dile getirdiler. 

Düşününce nasıl yaşadık diye kendimize hayretle sorular sorduğumuz ancak geriye dönüp bakınca tüm bunların gerçekten yaşandığına dair şaşkınlık içerisinde kabullenmeye çalıştığımız bir depremdi. Bazıları afet veya felaket dese de yıkım olduğunu unutmamak gerekiyor. Göz göre göre ölüme terkedildi insanlar. En kötüsü de bunu itiraf edercesine düzenlenen parti mitingleri. Trajikomikten ziyade acınası bir ülkede yaşıyoruz.

İnternette gezinirken ‘’17 Ağustos’u yıllardır anıyoruz ama 6 Şubat depremini engelleyemedik. Anmayı bırakın.’’ cümlesi o kadar haklı geldi ki, üstüne daha iyi ne söylenirdi bilemiyorum. 

Bir yıl geçti ve ne değişti, neler yapıldı diye dönüp baktığımızda hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. İnsanlar hala çadırlarda yaşıyor. Birçok evin yıkımı gerçekleşmemiş. Yıkılan evlerdeki insanlar kendilerine kalacak bir yer bulamamış. Acılar çok taze ama yok sayılmış. Üzülmenin bile lüks sayılabileceği bir noktaya gelmişiz. Dünden bugüne insanların kaybolması değişmemiş, kayıp olan insanlar artık ölü olarak kabul edilmeye başlanmış. 

Arayıp bulmak, araştırmak, arkasında neler olduğunu bulmak istedikçe engellenmiş, susturulmuş bir topluma dönüşmüşüz. Engellenmekten yorulmuşuz, mücadele edecek gücümüz kalmamış. Acıyı kabul edemediğimiz için yıl dönümünde videoları görmemek için sosyal medyaya girmemişiz. Bizim görmemek veya duymamak için üç maymunu oynadığımız deprem sonrası yaşamı, insanların ta içinde yaşadığını unutmuşuz. 

Bizim kabullenemediğimiz veya anlayamadığımız hayatı insanların yaşadığını görmüyoruz. Dağılan hayatları, yeniden kurulmaya çalışılan düzeni görmüyoruz. Başka şehirlerde kurulamayan düzenin yuva diye düşündükleri evlerinin bahçesinde çadırda arayan insanları anlayamıyoruz. Anlamaya çalışmıyoruz. 

6 Şubat’ın yıl dönümünde televizyonda gösterilen haberleri gördükçe sinirlenmemek elde değil. Sadece ideolojiye hizmet eden haberlerin gerçeği yansıtmaktan çok onlar için yapılan hizmetlere odaklandığını gördükçe gerçekliği sorguluyor insan. Yapılan hizmetten çok yapılmayanların konuşulup yargılanması gereken insanları ön planda tutmak daha iyi olabilir miydi diye düşünmeden edemiyorum. Yargının sadece belirli insanlar için çalışan bir ayrıcalık olduğunu düşünürsek, adaletin varlığını sorgulamak bile suç sayılabiliyor.

Unutmayacağız değil, unutturmayacağız. Unutmak insanın kendini korumak için yapacağı ilk savunma mekanizması. Ancak tüm yaşanılanları unutuyor olmak ideolojinin bir parçası. İdeolojinin tam karşısında unutturmayacağız tüm yaşanılanları. Utanmazsan unutmam. Siz ne dersiniz?