Günlük yaşam telaşı ve koşturmaca içerisinde farkında olmadan yaşıyoruz hayatımızı… Düşünmeden, hissetmeden, göremeden ve en önemlisi de şükretmeden…İnsan nefsinin hakimiyetini kendi yönetemiyorsa ve kendini de sevmiyorsa, çok yazık o kişinin haline…

Kendini sevmeyen insan başkalarını da sevemez ki, hayata dolu yerinden bakamaz ki. Hep eksikler arar, olmayanı ister ve sürekli olmayanı düşünerek de mutsuz olur…

Oysa ki bizde olan ve kıymetini kaybetmeden bilmemiz gereken o kadar güzel değerlerimiz  var ki. Hep yukarılara bakmamak lazım diye düşünüyorum. Tabi ki yaşam döngüsü içerisinde hedeflerin, planların ve hayallerin olacak, bunların peşinde koştuğun olacak ama var olan değerlere de şükrederek, kıymetini bilerek yaşamak lazım hayatı…

İnsanları diğer canlılardan üstün kılan en önemli özelliği düşünebilmesidir. İşte bu noktada bu özelliğimizi çok iyi kullanmamız gerekiyor.

Başka bir yanlışımız da şu; geçmişte yaşadığımız olumsuzluklara çok takılmamız ve sürekli bunun kaygısıyla, hayatımızı mutsuz ve umutsuz bir şekilde yaşıyor olmamız. Bir otomobilde seyahat ettiğimizi düşünelim. Dikiz aynaları geçmişimiz olsun ve önümüzde akıp giden yol da hayatımız olsun… Peki hep dikiz aynalarına bakarak kaza yapmadan gitme ihtimalimiz sizce var mı? Tabi ki imkansız… Ama dikiz aynalarına ara sıra bakarak, kontrol ederek yola devam edersek çok daha başarılı bir şekilde yolumuza devam edebiliriz.

Ara sıra hastaneleri, huzurevlerini, sosyal hizmetlerin sevgi evlerini, engelsiz yaşam evlerini ve mezarlıkları ziyaret etmemiz bize çok farklı bakış açıları kazandıracaktır. Hastanede çaresiz hastalıklara kapılmış insanları görmek, çocuğu için çırpınan anne babaları görmek, yoğun bakımda annesi veya babası yatan yaşlı gözleri görmek, Palyatif hasta  biriminde yatan çaresiz kanser hastalarını ve yakınlarını görmek, engelli kardeşlerimizi görmek, onlarla biraz  zaman geçirip yaşadığı zorlukları hissetmek, kendi başına yürüyemeyen, yatağa mahkum kalmış kişilerin olduğunu görmek, mezarlıklarda yatan ve daha hayata doyamadan vefat etmiş insanların olduğunu görmek, küçük yaşta anasız babasız kalmış ve onların sevgisinden mahrum yaşayan yavrularımızı  görmek,vatanını terk etmek zorunda kalıp bir lokma ekmeğe muhtaç, aç susuz evsiz barksız kalmış insanları görmek… Daha bunun gibi nice zorluklar içinde, sıkıntılar içinde yaşayan insanların olduğunu bilerek, bizim için çok önemsiz ve değersiz olan birçok şeyin aslen başkaları için ne kadar çok değerli olduğunu görmek ve hissetmek en önemlisi diye düşünüyorum… 

Alanya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında çalıştığım yıllarda kurumumuza bir müfettiş gelmişti ve o güne kadar yapılmış bütün projelerin bizzat yerinde gidilerek rapor edilmesini istedi. Ben de bu denetlemelere gönüllü olarak katılmak istedim. Tarım ilçe müdürlüğünden ziraat mühendisi ve veteriner hekim olan iki arkadaşımızla beraber yaklaşık 3 ay kadar Alanya’nın bütün köylerini görmek ve oradaki insanları tanımak fırsatım oldu...

Oralarda çok farklı bir yaşam var, çok farklı beklentiler var, çok mütevazi muhteşem insanlar var… 

Demirtaş tarafında bir köyde görevimizi yaparken köy  muhtarı benden bir şey rica etti, dedi ki “buradaki bir hanemizde çok fakir bir aile var ve kızları da çok hasta, siz Kaymakamlıkta görevlisiniz, bu aileye bir yardımcı olabilirmiyiz, beraber ziyaret etsek olur mu? Tabi ki muhtarım işlerimizi bitirelim ve  gidip ailemizi ziyaret edelim dedim. Muhtarla beraber evin yolunu tuttuk, çok eski tek katlı bir köy evinin önünde durduk ve kapıyı çaldık. Çok yaşlı bir amca ve çok yaşlı bir teyze açtı kapıyı, muhtarı görünce çok sevindiler. Ben hemen kendimi tanıttım ve dedim ki ben Alanya Kaymakamlığında çalışıyorum sizi ziyarete geldim.

Öyle mahcup ve öyle hürmetli gözlerle karşıladılar ki bizi hemen içeriye buyur ettiler. Evin içerisine girdiğimde hiç unutamadığım bir tabloyla karşılaştım. Çok eski, üç odalı, karanlık bir köy  evi, yerler komple taş ve ara ara eski kilimler serilmiş… Üç yaşlarında boncuk boncuk bakan çok güzel  bir kız çocuğu ve altı yaşlarında bir erkek çocuğu dolaşıyor evin içerisinde ve en acı bölümü anlatıyorum. Yer yatağında yatan, beyninde tümör olduğunu öğrendiğim kanser hastalığına yakalanmış, çok güzel bakan mavi gözlü  genç bir kadın…

Beni görünce mahcup bir bakışla toparlanmaya çalıştı, diz çöktüm oturdum yanına ve kendimi tanıttım…

Dedim ki, ben devlet adına buradayım, sana ve çocuklarına yardım için geldim,çok geçmiş olsun, benden bir isteğin var mı, çekinmeden söyleyebilirsin dedim…

Çok sağol abi dedi ve zorla ağzından aldım isteğini…

Benden isteği şuydu,”YATAK”…

Evet yanlış okumadınız “yatak”…

Çünkü taşın üzerine bir battaniye serilmiş  ve orada yatıyordu. Yatak alacak imkanları yoktu ve kanserden dolayı çok ağrıları vardı…

Boğazım düğümlendi ve kendimi zor tuttum ağlamamak için. Gereken bilgileri not aldım, hemen yakın arkadaşım olan o köyün doktoru Ömer beyi aradım ve hastanın durumunu ilettim ve hemen bu aileyi ziyaret etmesini rica ettim. Bu genç kadını eşi hastalığı ilerledikten sonra terk etmiş, iki çocuğuyla beraber  yaşlı ve yoksul ana babasının evine sığınmak zorunda  kalmış. Gerçekten yürekleri acıtan çok kötü bir tabloydu… Köyden ayrılırken aklım bu evde kaldı ve yolda gereken planı yaptım. Zaten kendi depomuzda bağış olarak verilmiş bulunan yataklar mevcuttu. Ertesi gün bu genç ve hasta kadına istediği yatağı ve çocuklar için gereken şeyleri hemen gönderdim…

Depoda bulunan belki 50 adet yatak var, belki birçoğumuz için çok önemsiz ama o hasta kadın için o yatak çok önemliydi ve ona  ulaşılamıyordu…

Aradan birkaç ay geçmişti ve kurumda olduğum bir saatte yaşlı bir amcanın beni ziyarete geldiği söylendi,  hemen odama davet ettim ve geldi oturdu koltuğa. Yaşlı amca dedi ki, evladım beni hatırladın mı? Çok özür dilerim amca hatırlayamadım dedim…

Sen bizim köye gelmiştin ve benim hasta kızım vardı, ilk defa devletten bir görevli bizim evimize geldi ve bu kadar içten ve sevgiyle davrandı bize, senin yaptığın bu yardımları ömrüm boyunca unutmayacağım, hakkını helal et dedi…

Yaşlı amca konuşunca hemen hatırladım olayı ve hasta genç kadını. Dedim amca rica ederim, bu bizim görevimiz ve biz devlet adına sizlere hizmetkarız…

Sordum hemen kızınız nasıl, torunlarınız nasıl? Dedi ki evladım, kızım sizlere ömür, iki hafta önce vefat etti...

İşte ben o an yıkılıp kaldım koltuğumda ve ağlamaya başladım…

Yaşlı amca daha acısı çok tazeyken, çok uzak  bir köyden kalkıp beni ziyarete geliyor, benden helallik istiyor, bu nasıl bir vefa örneğidir, bu nasıl bir saygı örneğidir…

Allah hepimizi gördüğünden geri koymasın, düşünen ve şükretmeyi bilen kullarından eylesin…

İşin özü şu değerli dostlar, yaşadığımız anın ve varlıklarımızın farkında olalım, kıymetini bilerek yaşayalım…