Dün 1 Mayıs İşçi Bayramı’ydı. Hafta ortasına gelen bu bayram, en çok tatil olarak bugünü geçirenlerin bayramı oldu. Temelde haftanın en az 6 günü tabiri caizse köle gibi çalışan insanların bayramı, 1 Mayıs. Bu işçiler beslenemeyen, çalışmaktan evin yolunu uyuklayarak bulan işçiler. Üzerlerine güneşin doğduğu, enflasyonun rekor kırarak işçinin daha da fakirleştiği bu ülkenin insanları.

İyi beslenmenin ötesinde makarna ve ekmek gıdası dışında bir yemek yemenin lüks haline geldiği bir ülke düşünün. Bu ülkenin işçileri kendi bayramını kutlarken bile bir yandan çalışmak zorunda kalıyorlar. Bugünü bayram olarak tatil gibi yaşayan insanlara hizmet etmek için çalışıyorlar. Ertesi günün işlerini tamamlayabilmek için çalışıyorlar. Özel sektördeki patronların beklentilerini karşılayabilmek için eve iş götürüyorlar veya ofiste çalışıyorlar.

Bayramın sahibi asıl işçilerin çalıştığı, çalışmaktan kendi bayram mitinglerine katılamadığı bir gün böyle. İşçilerin hakkını savunmaya çalışan diğer insanlar ise engellenebiliyor. Güvenliği sağlaması gereken polisi karşılarında görebiliyorlar. Devletin desteklediği protestolarda köprüler bile trafiğe kapatılırken, meydanlar insanlara kapatılabiliyor. 

İkircikli dünyada kazananın tarafına yakın değilseniz daha az kazanan değilsinizdir, temelde kaybedensinizdir. Hal böyleyken kazanmak dediğimiz şeyin kriterleri de değişiyor. Emeğinizle kazandığınız paranın, yaşam kriterlerinizi karşılamayan bir noktada olduğunuzu fark ettiğiniz anda işçi olmanın, anlatılan emek hikayesinin çok dışında olduğunu öğreniyorsunuz. Ulaşılmaya çalışılan ideal dünyada emek sürecinin kilit noktasında olan işçiler, gerçek dünyada ise kilit noktasında olmalarının ötesinde harcanabilir bir noktada. 

Biri gider diğeri gelir mantığı ile haksız çalışma koşullarına haftanın en az 6 günü karnını doyurmak için katlanan insanlar, dönüp kendilerinin bile farkında olamıyor. Bireysel farkındalığı kazanamayan insanların sadece günü geçirdiği ve ileriye dönük hayal bile kuramadığı bir sistemin içerisine hapsoluyorlar. Durumun böyle olduğu bir senaryoda kendi bayramını kutlayan işçilerin olması gerçek dışı olurdu elbette.

Sizi bilmem ama böylesi günlerde var olan kutlamalar umudumun tazelenmesini sağlıyor. İnancım güçleniyor. Ancak ertesi gün sanki o kutlama esnasında coşku hiç kalmamış gibi hayatlarıma geri dönebiliyor olmamız şaşırtıyor beni. 

Ölüm fikrini bile kabul edebilen insanın, kabullenemeyeceği çok az şey olduğunu biliyorum. Ancak duygularımızın ve hislerimizin ve en önemlisi de hak ve eşitlik mücadelemizin bu kadar hızlı bir geçici etki bırakıyor olması üzüyor beni. Kolay unutuyoruz ve sonrasında hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyoruz. İşçiler işçi olmaya, diğer insanlar da onları sömürmeye devam ediyor. Çarkın en önemli dişlisi unutulmaya devam ediyor. Ne dersiniz, işçi bayramını işçi olmayanların kutlamasına neden şaşırmıyoruz artık?