Bazı anlarda kendimizi hiç istemediğimiz durumlar içerisinde bulabiliyoruz. Tam da böylesi zamanlarda olumsuz duyguları daha ağırlıklı hissedebiliyoruz. Bir an önce bulunduğumuz ortamdan kaçmak aklımıza gelen ilk eylem olabiliyor. Bazen de hiçbir şey yokmuş gibi yaşayıp, olumsuz duygumuzu karşı tarafın anlamasını bekliyoruz. Peki tüm bunlar bize ne söyler?

Kaçmak istediğimiz tüm durumlar için dönüp dolaşıp kendimizi orada buluyorsak bir yerde hata yapıyoruz demektir. Bu hatayı bulmanın ilk yolu ne hissettiğimize odaklanmak oluyor genelde. Ne hissettiğimiz, ne düşüneceğimize ve dolayısıyla ne yapacağımıza dair bize fikir veren ilk detay. O halde duygularımız önemliyse, ne duygu yaşadığımızı nasıl anlayacağız sorusu yeni bir gündem oluyor.

Ne hissediyorsun sorusuna genel olarak verilen yanıtlar iyi, kötü, eh işte, mutlu, mutsuz, sinirli olabiliyor. Gözden kaçırdığımız nokta ise duygularımız sadece bunlardan ibaret değil. Google’a ‘’hangi duygularımız var’’ diye yazdığımızda bile karşımıza ilk olarak 7 adet temel duygu çıkıyor. Bunlar; öfke, korku, utanç, tiksinti, neşe coşku, üzüntü, şaşkınlık. Biraz daha araştırdığımızda ise bambaşka duyguları da görmüş oluyoruz. İyi de bu kadar duygumuz varken neden kendimizi çok az duygu ile sınırlandırıyoruz ki?

Kontrol edebileceğimiz alanda bulunan duygularımıza dair bir çerçeve bize kolaylık sağlasa da yaşadığımız olaylar için temel bir şema çıkarır. Belli durumlarda neler hissedeceğimiz konusunda zihnimizi kodluyoruz gibi. Dönüp kendimize ne hissettiğimizi sorduğumuzda bu kodlara doğru ilerliyoruz. Bu kodları o kadar sınırlandırmışız ki bazen cevabı bulmakta zorluk yaşıyoruz. 

Aynı soruyu çocuklara sorduğumuzda inanılmaz betimlemeler yaparak kendilerini ifade eder. Çikolata gibi hissediyorum, sanki gökyüzünde uçuyormuşum gibi, oyuncağımın ayağı kırılmış gibi hissediyorum diyebilirler. Hayal dünyaları inanılmaz oluyor çocukların. Yetişkinliğe gelirken işte çocuk olmayı bir kenarda bırakıp sadece yetişkin olmaya çalıştığımız için çoğu zaman minimum bilgi temelinde hayatımızı sürdürüyoruz. Bizi kısa yoldan bilgiye ulaştıracak şeylere bakıyoruz. Derine inmiyoruz. Hal böyleyken de ne hissettiğimiz sorusunun cevabı sınırlandırılmış kelimelerden oluşabiliyor.

Kendimizi tanıyamıyorken, kendimizin farkına duygularımız üzerinden varamıyorken başkalarını nasıl anlayabiliriz ki? Bazen böyle hissetmem gerekiyor diye rol yapıyorsak, düşüncelerimize nasıl dürüst olabiliriz ki? Kendimizi kandırmaya bu kadar alışmışken gerçeğin peşinden koşma cesaretini nasıl bulabiliriz? Ne dersiniz, mümkün müdür böyle bir şey?