Bir ülkeyi yönetmenin pek öyle kolay bir şey olmadığı bir gerçek.
İnsan bir evi bile yönetmekte zorlanıyor.
Hanım başka telden, 
Çocuklar farklı tellerden,
Anamız babamız başka telden,
Komşular akrabalar bam başka tellerden çalıyor.
Tüm bu değişik sesleri bir arada uyum içinde tutabilmek her babayiğidin harcı değil!
Kaldı ki,
Koskoca bir ülkede, her tür topluluktan, her tür bireyden ve bu insanların şu ya da bu biçimde yapılanmasından söz edersek işin ne kadar zor olduğunu anlayabiliriz.
Öyleyse…
Bir ülkeyi yönetmek bu kadar zorsa,
Bunun bir kolay yolu yok mudur?
Var!
Bu yolu da tarihte birçok düşünür ya da devlet adamı açıklamış.
 Bu yollardan birini, Aristo’nun Büyük İskender’in öğüdünden öğrenelim.
Büyük İskender, büyük Filozof Aristo’ya bir mektup yazıp sorar:
"Zapt ettiğim topraklardaki insanları tahakkümüm altında tutabilmek için neler yapmalıyım?"
1- Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim?
2- Ülkenin ileri gelenlerini hapse mi atayım?
3- Ülkenin ileri gelenlerini kılıçtan mı geçireyim?
Aristo’dan cevap gelir:
1- Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar.
2- Hapishaneler militan yuvası olur, kontrolden çıkar.
3- Onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar.
Aristo, çözüm olarak şu tavsiyede bulunur:
İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin. 
Birbirleriyle savaşınca, hakem olarak kendini kabul ettireceksin. 
Ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın!
Bakın Napolyon ne demiş, ‘İnsanlar, hayal güçleriyle idare edilirler.’
Yani.
Topluma sürekli hayal pompalayacak, olmayacak vaatlerde bulunup, herşeyin güllük gülüstanlık olduğundan söz ederken, çevrenize de aynı şeyleri tekrarlattıracaksınız. 
Bir toplumu yönetmenin ve bir birlikteliği oluşturup güçlendirmenin en kolay yolu, sürekli  ortak bir düşman bulup  sürekli düşman yaratmaktır. 
1980 öncesinin anarşik ortamı, ülkücüler ve devrimciler diye, iki düşman cephesi şeklinde yaratılmıştı.
Çok daha önemlisi, sürekli şu ya da bu ülkelerle çelişki yaratıp, onlara dönük hamasi çıkışlarla meydan okuyarak toplumun dikkatini bu yöne çekmek, en alışılmış yöntemlerden birisidir.
Bu sayede toplum salt düşmanlara yoğunlaşacağından, yönetenin yanlışlarını göremez.
NAPOLYON: Ben Katolik geçinerek Vendee Savaşını kazandım; Müslüman geçinerek Mısır’a yerleştim; Papacı geçinerek İtalya’da yürekleri kazandım. Bir Yahudi halkını yönetecek olsam, Süleyman tapınağını yeniden kurardım. Diyerek çok anlamlı bir itirafta bulunmuş.
Bu itirafı hem birey hem de toplum olarak çok iyi algılayıp anlamaya çalışmamız gerekir!
Toplumu yönetmenin en kolay yollarından birisi de, propaganda ustalığıdır.
-Propagandada en önemli unsur iddia ve tekrardır. 
Mesela turp suyunun çocuklar için önemli bir gıda olduğu devamlı olarak tekrarlanırsa, birçok annenin bebeklerine turp suyu içirmeye başladıkları görülecektir. 
Propaganda  daha ziyade gençlere yöneltilmelidir. 
Çünkü gençler bir otoriteye itaat etmek eğilimindedirler. İddia, tekrar, konu seçimi, düşman tespiti, istihbarat, yalan ve isimlerin değiştirilmesi propagandanın önemli kurallarıdır.
Einstein’e sormuşlar:
“Dünyada yaşam nasıldır?”
“Üst sınıf yaşar, orta sınıf şikâyet eder, alt sınıf ise şükreder.”
“Ya inanç durumu?”
“Üst sınıf paraya, orta sınıf lidere, alt sınıf da Tanrı’ya tapar” demiş!
Dünyanın halini bundan daha iyi anlatan bir anekdot duymadım. 
Değerli okurlar. 
Bir örgütsel yapılanmadaki temel öğretiye bir bakın.
“Teşkilatta demokrasi yok merkezi otorite ve o merkezi otoriteye mutlak itaat vardır. 
Lider ne diyorsa ne istiyorsa o olur. 
Lider ne yapıyorsa doğru olan odur.
Bunun dışındaki her şeyi silip atmalı, her fikrin yalan her düşüncenin hurafe ve safsata olduğuna yürekten inanmalıdır 
Bizim hareketimizin temelinde ilminde aklında mantığında zekanın da işgal ettiği yer, inancımızın işgal ettiği yerin milyarda biri kadar bile değildir. “
Böylesine bir diktatörlük temelli bir öğreti içinde yetişen bir gencin, özgür düşünceye sahip olup, olayları ve gelişmeleri kendi özgür iradesi ile değerlendirmesi mümkün mü?