Her ne kadar ilk yazımız sonrasında farklı şehirlerden dönüşler almış olsam da bu mecrada, Alanya “öncelikli” ve Alanya ile ilişkili yazılarımı takdirinize sunmaya çalışacağım. Bu doğrultuda öncelikle Alanya’nın kültür ve sanat hayatında hakkıyla yer almadığını düşündüğüm ve maalesef yaşamak durumunda kaldığım iki güzide cevherine, bu yönüyle de dikkatinizi çekmek isterim. Alanya iki kurumsal kimliği ile rüştünü ispat etmiş üniversiteye sahip olmasını kültür, sanat, medeniyet dairesine dahil etmekle beraber yeterince yararlanamamakta. Şehrin ilk üniversitesi olan Alanya Üniversitesi ile 10. yılını tamamlamış ve mensubu olmaktan mutluluk duyduğum Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi; öğrencileri, öğretim üyeleri ve idari kadrosu ile şehrin medeniyet dairesine daha yüksek bir ivme kazandırabilecek potansiyele sahiptir. Alanya’nın tarihten gelen güçlü kültürel mirası da bu ivmelenme için bulunmaz bir nimet niteliğindedir. Zira Alanya, aynı zamanda bir medeniyet şehridir. Yaklaşık 20.000 kişilik yükseköğrenim temsilcisinin farklı ülkelerde, şehirlerde, kurumlarda edindiği birikimleri ve geliştirdikleri yetkinlikleri için de Alanya, cömert bir ev sahibi niteliğini korumaktadır. Sözgelimi eve kapanma ve salgın dönemlerinde dahi takdir edilesi bir inanç ve özveri ile sahnelenen tiyatrolar ile kültür sanat faaliyetleri, bu şehrin sanat ile bütünleşmiş güçlü yönlerinden sadece birisi idi. Burada özel tiyatroların zengin repertuvarı yanında Alanya Belediye Tiyatrosunun nitelikli oyunlarını bütçe dostu olarak -bilhassa öğrenci kenti kimliği için- sunması, şehrin sanat ikliminin diri kalması adına değerli yönlerinden biridir. Elbette bu zenginlik; sadece yükseköğrenim öğrencileri ile değil genel anlamda şehrin gençleri başta olmak üzere her eğitim düzeyinden insanımız ile sanatın “birleştirici” işlevibağlamında değerlendirilmelidir. Alanya’da tiyatro ile başladığımız potansiyel vurgusu (Bu şehrin ilçe belediye tiyatrosunun çoğu büyükşehir belediye tiyatrosunun önünde yer aldığı sadece benim değil çoğu sanatçı ve akademisyenin de kanaati iken daha iyi bir sahne ve “Devlet Tiyatroları”nınşehre kazandırılmasının zamanı gelmiş olsa gerek.) müzik, edebiyat ve resim başta olmak farklı sanat dalları için de daha fazla faydalanılması ve geliştirilmesi gereken büyük bir zenginliğe sahiptir. Üstelik bunun bir bütünlük içerisinde geliştirilmesi için Alanya’nın sadece iklim ve doğa elverişliliği yoktur. Geliştirilebilir olmakla birlikte mekân ve çok daha önemlisi nitelikli insan kaynağına da sahip olan bu şehirde spor, sanat, kültür bütünlüğünde yüksek medeniyet tohumlarının azimle saçılması sonrası, sadece Türkiye’de değil Dünya’nın dört yanında fidanların yeşerip güzellikler saçacağı aşikârdır. Bunun için doğru stratejilerin yetkin ellerde azim, sabır ve en önemlisi şuur ile işlenmesi tavizsiz ortak sorumluluğumuzdur. Bu noktada Alanya’nın yaş almışları yanında daha genç olan farklı ülke kökenli “yeni Alanyalılar” bir zenginliktir elbette. Misafirlerimiz ve yaşam paydaşlarımız olan yeni Alanyalılar için bu şehrin cazibesinin kalıcılığını sağlayacak potansiyellerin başında, kültür ve sanat hayatının bütünlüğünde bir medeniyet merkezi olma iddiası ve onun kararlı uygulamaları yer alabilmelidir. Burada şehrin aslî kültür kodlarından Türk kültür evreni içerisindeki yörük kültürü için yetkin ellerde sahaya dayalı akademik ve kültürel çalışmalarla geliştirilmelidir. Bu uygulamalarda, saman alevi hükmündeki yüksek maliyetli ve gösterişli popüler kültür görünümlü kimliksizleştirici etkinlikleri kastetmediğimi siz kıymetli okurlar rahatlıkla anlamışsınızdır. Bu vurgumuzdan sonra günümüze gelecek olursak, bu yıl yedincisi gerçekleştirilen “Alanya Kitap Fuarı”na değinmek istiyorum.

​Öncelikle “Alanya Kitap Fuarı”nı başlatma iradesini ortaya koyarak bu çok önemli adımı atan Alanya Belediyesi’nin önceki dönem belediye başkanı ile yöneticilerine ve emek verip yaşatanlara gönülden teşekkür ediyorum. Zira medeniyetin anlam dünyasının sınırları yazı ile korunup okuma ile geliştirilir ki bu yönüyle kitaplar insanlığın aydınlanma miladı olarak görülebilir. Yazının felsefi özelliklerine odaklanmış filozoflardan Jacques Derrida’nınbir sözü, katıldığım her kitap fuarında beni özellikle düşündürür: “Yazı insanın ve insanlığın otoimmünitesidir.”

Yeri gelmişken Alanya Kitap Fuarının, şehrin yetiştirmiş olduğu kıymetli değeri, Türkçenin büyük ozanı Kaygusuz Abdal ile birlikte adlandırılması önerimi (Alanya Kaygusuz Abdal Kitap Fuarı) kamuoyu ile de paylaşmak isterim ki 15. yüzyıl Türk düşünce hayatının, edebiyatının, tasavvufunun önemli temsilcisi olan Kaygusuz Abdal’ı (Alaeddin Gaybî) bu köşenin ilerleyen yazılarında özel olarak konu edeceğiz.

Bu yılki kitap fuarına yönelik olarak gözlemlerime geçecek olursam öncelikle dikkatimi çeken ilk ve bence en önemli husus ile başlamalıyım. Üniversiteler ve özellikle de göz bebeğimiz olan üniversite gençliği fuarda aktif olarak yer almıştı. Ne mutlu… Önceki yıllarda daha çok hedef kitle olan ortaöğrenim gençlerimiz odaklı olan ve kırtasiye bünyesinde süs eşyaları ve oyuncak tahakkümlü fuar her geçen yıl bu kimliğinden uzaklaşmaktaydı (ki bu standların da yer alması gerekmektedir elbette) ve nihayet bu yıl fuarda akademik bilgi içeren yayınevleri ile eserlerinin, kitle kültürüne feda edilmeyecek nitelikli eserlerin varlığı (bence ilk kez) üstünlük kurmuştu. Standlarda çalışan üniversite öğrencilerimizin gözlerindeki ışıltı ile samimi tebessümlerini görebilmek özel bir mutluluk vesilesi idi. Bunun yanında ilk ve orta kademe öğrencilerimizin varlığı, onların kitap sevgisi ve anlamlandırma paradigması için kıymetli bir kazanımdır elbette. Özellikle köy okullarından gelen gelecek muştucusu genç fidanlarımız… Söyleşilerde öğrencilerimizin kazanmış oldukları görgüleri ve temsil kabiliyetleri kendileri için de şehrimiz ve geleceğim için de önemli bir medeniyet seviyesi göstergesidir. Henüz birkaç yıl öncesinde, söyleşi sırasında samimi mutluluklarını ve coşkularını tazahürat ile ifade eden çocuklarımıza, konuşmacı olan Bahadır Yenişehirlioğlu’nunzarif ikazını hatırlıyorken bu yılki kitap fuarında dinleyici gençlerimizin nezaket ve usul dairesindeki hâkim üslupları ile gurur duydum. Günümüzde Alanya’da Türk edebiyatının güçlü kalemlerinin varlığı ayrı bir mutluluk ve zenginlik kaynağı. Bunlar arasında Belediye Başkan Yardımcısı Sayın Abdullah Akbaş’ın Dilvarda’dan sonra kaleme aldığı, Türk tarihinin hüzünlü coğrafyalarından Ahıska üzerine saha ve arşiv araştırmaları ile olgunlaştırdığı yeni eserini görmek sanırım benden çok yazarımızın ilgili okuru oğlum için bir mutluluk kaynağı oldu. Ahıskalı Türkler, Türk dünyası ve Alanya kesişiminde “Gurbette Kalan Sevda Bir Ahıska Romanı” adlı eserde güçlü bir Türkçe ve etkin bir edebî üslupla okurlarını bekliyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin güvence kaynağı Toroslar’dan mülhem Toros yazarlarımız ile diğer güçlü şairlerimiz, yazarlarımız özenle seçilmiş. Ancak ne yazık ki aynı özeni bu etkinliğin bir bütünlük içerisindeki tanıtımında göremedik. Kitap fuarının içeriğine dayalı tanıtımı (İlçe protokolünden kimlerin katıldı haberlerini ve sosyal medya paylaşımlarını kastetmiyorum.) siyasi ziyaretlerin, münakaşaların, yol/inşaat haberlerinin ve adlî vakaların gölgesindeki gündem maddesi olarak yer bulabildi. Bu da gelişecektir.

Son olarak siz kıymetli okurlar bu satırları okurken ben fuarın son günü yıllar önce “Türk Dünyasının Serveti” merhum Servet Somuncuoğlu ağabeyim aracılığıyla tanıştığım Prof. Dr. Ahmet Taşağıl hocamızın katılacağı kitap fuarında kendisini tekrar görüp Türk dünyası üzerinde tadımlık da olsa keyifli bir sohbet gerçekleştirebilmenin mutluluğunu da tatmış olacağım. Türklük şuurunu popüler olma hevesiyle baltalayan binlerce sosyal medya fenomeni ve medya gediklisi yetkin olmayan kişiler karşısında, kadim ve ebedî Türk şehri Alanya’da bilimsel bilginin temsilcisi olarak aynı zamanda Türk Tarih Kurumu bilim kurulu üyesi olan Prof. Dr. Ahmet Taşağıl’a yer ve söz verilmesi çok isabetli bir karar olmuş. Fuarın son konuşmasının başlığı insanlığın ilk bilgi alanına vurgu yapması da bir o kadar anlamlı. Terik çalışmalarını meşakkatli alan araştırmalarıyla taçlandıran Prof. Dr. Ahmet Taşağıl’ın konuşmasının başlığı “Türk Mitolojisi”. Mitoloji demişken masalların, halk hikayelerinin ve destanların da kökeninin mitoloji olduğunu, Türk milletini oluşturan kültürel kimliğin temelinin zengin Türk mitolojisi olduğunu belirtmeliyiz. Bu doğrultuda Türk mitolojisi üzerine çalışmaları ile dünya ölçeğinde takdir gören bilim insanı Prof. Dr. Fuzuli Bayat’ın kitaplarına da fuarda Ötüken Neşriyat alanında rağbet gösterilmesi okurların ilgi düzeyleri açısından önemli idi. Okurlar (özellikle 15-25 yaş aralığında görünengençler ile kıymetli öğretmenlerimiz) Türk kimliğinin oluşum temeli olan Türk mitolojisi üzerinde yetkin isimlerin çalışmalarına ilgi gösteriyordu. Bu gözlemimi de gelecek için ümitvar bir veri olarak değerlendirdim. Ne mutlu geleceğini kökleri üzerine bilim, kültür ve sanat ile geliştirme iradesini ortaya koyanlara, ne mutlu insanların köklerine mitolojilerine, destanlarına -özetle Türk’ün temel hasletlerinden olduğu üzere insanın kimliğine- saygı duyanlara, ne mutlu Türk’üm diyene!..

Saygı ile…