Yıllar önce, hem Kastamonuspor Yönetim Kurulu’ndayım.
Hem antrenör olarak Kastamonuspor genç takımını çalıştırıyorum.
Hem Hakem komitesi başkanı,
Hem de Hakemlik yapıyorum.
Genç takım futbolcuları resmi maçlarda benim hakemliğimi hiç istemezlerdi.
Nedeni de.
Diğer hakem arkadaşlar, ev sahibi olduğu için Kastamonuspor genç takımını tutardı.
Bense, ev sahibi, deplasman takımı ayrımını kesinlikle yapmazdım.
Gene bir gün.
Genç takımın bir maçını yönetiyordum.
Aradan en az 50 yıl geçmesine karşın hala birbirimizle iletişimimizi sürdürdüğümüz, Ali Kalyoncu.
Topu ayağına aldı.
Gereksiz yere üç, dört kişiyi çalımladı.
Halbuki yakınındaki müsait arkadaşıyla duvar pası yapsaydı, çok daha rahat, riske girmeden atağa devam edilebilirdi.
Seyirci bu hareketi alkış yağmuruna tuttu.
Bense hakem olduğum halde, antrenörlüğüm ağır bastığı için oyuncunun bu bencil hareketine kızıp kırmızı kartı çıkarıp ihraç ettim.
Aslında antrenör olarak saha kenarında takımın başında olsaydım, sadece bu oyuncuyu oyundan alır yerine başka arkadaşını koyardım.
Bu hareketime seyirci de şaşırdı ama çoğu seyirci beni çok iyi, tanıdığından, ne diye oyuncuyu oyundan attığımı anladığından kimi güldü kimi de beni alkışlamaya başladı.
İşte bunun gibi hakemlikle antrenörlüğü birbirine karıştırdığım ve antrenörlüğüm oyun içinde daha ağır bastığından ve bu tür terslikler yüzünden bir tek futbolcum bile benim hakemliğimi istemezdi.