Halil Cibran, “Her kışın yüreğinde titreyen bir bahar vardır” der umutlandırır insanı… Devam eder demeye: “Her gecenin peçesinin ardında tebessümle bekleyen bir şafak” bir gün doğar. İnsan kendini savunmak için intihar etmiş olabilir. Çünkü kimseler dinlememiştir kendini, şimdilerde kimselerin kimseyi dinlemediği gibi…

İnsanın hakikati gösterdiğinde değil, göstermediğindedir falan der…

Çağdaşı olsaydım eğer, “Üstat derdim, üstat her şey çok güzel de” güzel de baharlardan söz etmek, denize doğru yürür gibi yürümek, karanlığın üstüne” güzel de çok kirlendik be üstat. Çok kirlettiler birileri, ülkeyi, şehirleri, dini, iyiliği, hayrı, Tanrı’ya çıkan yolu…

Kolunu, kanadını kırdılar kuşların. Ağaçları, ormanları yok ettiler. Dağları talan ettiler ama “Bu kentin en iyileri bizleriz” deyip duruyorlar yine şehir ahalisine…

Şehre kötü yağmurlar yağdı. İliğine kadar yorgun kimi kadınlar ama umurunda değil kimselerin… Mesela dinden söz edenlerin “Anneler kıymetlidir” deyip duranların çok da umurunda değil kimi annelerin sabahın beşinde başkalarının evlerine hizmetçiliğe gitmesi…

Mesela gazetecilerin, yazarların, arkadaşların işi gücü güç sahiplerinin, makam sahiplerinin, servet sahiplerinin peşinde dolaşmak ve kendini gazeteci sanmak…

Bir insan ölürken izlemekten zevk alan kişiler var aramızda veya açlıktan usanmış insanları görmezden gelen… Herkesi anlamaya çalışıyorum da Müslümanların dünyası neden bu kadar karanlık, anlaşılmaz oldu diye düşünmeden edemiyorum…

Birileri yazmıyor, dillendirmiyor diye bizde mi yazmayalım diyorum yüreğime? Yazalım diyor o da… Sen yazma, o yazmasın, herkes sussun. O zaman nasıl aydınlanacak ülke eğer aydınlanacak diyorsak…

Muradımız biri olmak, birinin yerine geçmek değil. Muradımız hakkı, hakikati dillendirmek sadece. Anlatabildim mi kardeşler?