Okulların kapanması, yasakların kalkması ve yeniden normalleşme süreci ile birlikte herkes yavaş yavaş tatile gitmeye başladı. Ülkelerin sınır kapılarını açması ve Türkiye’ye uçuşların başlaması ile birlikte deniz kıyıları turistlerle dolmaya başladı. Bu durum en çok turizm bölgesindeki aylarca kepenkleri kapatmış olan esnaf, otel ve restaurantları sevindirdi. Sadece turizm ile ekonominin sağlanabildiği tatil bölgelerinde nerdeyse iki yıldır işletme sahipleri oldukça zor günler geçirdi. Birçok işletme kapandı, el değiştirdi, satıldı veya yıkıldı.
Haziran ayı itibariyle yasakların tümden ortadan kalkmasıyla sahil bölgeleri canlanmaya başladı. Tatil amacıyla birçok insan Ege’ye veya Akdeniz’e yolculuğa başladı. Biraz kafa dinlemek, biraz eğlenmek, yeni yerler keşfetmek, uzun zamandır ertelenen seyahatleri yapabilmek, insanlardan uzaklaşmak veya sadece bir yola çıkmak amacıyla tatil yolculuğuna çıktı. Hala Coronavirüs’ün etkisinin devam ettiği bu günlerde insanlar ya her şeyin dahil olduğu otelleri tercih etmekte ya da tam tersi kişi veya gruplara kiralanan villaları tercih etmektedir. Bazı insanlar ise geçtiğimiz yıl popüler olmaya başlayan karavan veya çadır tatilini tercih etmektedir. Böylece nerede isterlerse orası tatil evi olabilecek ve herkesten uzak bir şekilde tatil yapabileceklerdir.
Tatil dediğimiz şey artık iki taraflı bir anlama sahiptir. İlk tarafı bütün sene çalışan insanların yıllık izinlerini kullanarak biraz mola verdikleri bir anlamı vardır. Diğer taraftan ise geçimini turizm sektöründen kazanan insanların evine ekmek götürebildiği bir iş alanı. İnsanların boş zamanını geçirebileceği zamanların kapitalist sistem içerisinde şekillenmesi ise bizlere acı bir tablo sunmaktadır. Birtakım insanların eğlenebilmesi veya sözde kafasını dinleyebilmesi için çalışan işçi ve emekçi insanlar. Bu tablo tatil kavramının özünden oldukça uzak bir hal almış durumdadır.
Tatil temelde mola vermek anlamındadır. Günlük yaşam koşturmacasında kendimizden uzaklaşırken tatil ile birlikte yeniden kendi içimize dönmeye çalışırız. Kendi bedenimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi dinlemeye başlarız. Uzun zamandır ertelediğimiz kitapları okuyabilir, hobiler deneyebilir, yeni şehirler keşfedebiliriz. Monotonluğun olmadığı iş stresinden uzak bir şekilde günlerimizi akışına göre planlayabiliriz. Zaten çalışırken yeterince planlı bir iş hayatımız yok mu? Sabah kalkış, akşam yatış, işe gitme veya gelme, ne kadar çalışacağımızın saatleri hep belirli. En azından yapacağımız tatilde bu kadar sınırları belirlenmiş bir tatilden uzak durabiliriz. Kontrol etmektense yaşamın bize sunduğu fırsatlara kulak verebiliriz. Kim bilir belki de bunu yapmak hayatımızı başka yöne şekillendirmeye yardımcı olacak yeni deneyimlere bizi sürükleyebilir. Ne dersiniz?