O kadar çok kargaşa, o kadar çok yalan ve boş sözler... İki yüzlülük denilen şey almış başını gidiyor... 
Şehrin efendileri  “iki yoksula iki yardım paketi götürürken” kendilerin beş on gazeteci muhabir takip ediyor...
Onlar hayır dese de, biliriz bunların belirli bir ücret karşılığı yapıldığını... Günümüz de, her şey para ve güç oldu...

Gücün ve güçlünün peşinde dolaşmak, şimdi gazetecilik oldu, ne kötü bir eylem oysa... Hatta para ile namaz kıldırmanın adı da, dine hizmet oldu...

O zaman seninle konuşalım, seninle dertleşelim...

Her şey sabaha karışmaktaydı ve her sabah yeni bir umuttu bizim için... Her sabah bir başka sevda, bir başka aşktı...

Her sabah bir başka şiir güzelliğinde gözlerin...

Güneş denizle aramızdaki tepeden, ama nereden olduğunu bilmediğim bir yerden tekrar yükseldiğinde, kızıl bir kıyamet gibi heybetli ama şefkatle yükselirdi her sabah...

Ve ben her sabah susarak izlerdim senin güzelliğini, beyaz adamların kabalığına inat...
 
Tepeler aradan kalksa da,  güneşin doğduğu yeri görsem diye düşlerdim hep... İbrahim’i yakmayan ateşin Rabbine Rabbimize, bir daha şükür ederdim, kalbimde merhamet gözlerim de aşk olduğu için...

Yüreğim de yoksulları, merdiven silen ay yüzlü kızları taşıdığım için...

Denizlerin birbirine kavuşması gibi kavuşmak isterdim her sabah sana ve sarmaşıkların ağaçlara dolandığı gibi saçların gözlerime dolansın isterdim... 

 Yalnızdım.
Günyüzü o kadar netti ki karşım da, senin hiç uyanmanı istemediğim zamanlar oldu çoğu zaman...
Oysa şehir ahalisi korona derdinde, ben senin...
 
Sanki güneş doğar doğmaz senden bahsediyordu, güneşin ışıklarındaki sıcaklık ellerinden kalma gibi gelirdi bana...

 Biliyor musun?
Tepelerin yeşillendiği bu sabah da, uykunun derin yerinden sıyrılmışken taptaze güneşin ilk ışığını gördüm... 
Seni görmüş gibi sevindim mutlu oldum...

Bir kez daha sevindim şiir yazdığıma, aşktan söz ettiğime... Kendime “aferin sana dedim” beyaz adamlara öfkeli olduğum için...