Sen yalnız kendinin bir hikâyesi var sanırsın, ya da insanın... Sağına, soluna bakarsan, dağlara, ormanlara, yaşlı ağaçlara bakarsan, her birinin bir başka hikâyesi vardır, çoğu acıklı, kahırlı, dayanılması zor...
Ama insan çok bencil çok çıkarcı olduğu için, başkalarına gözü gönlü kapalı olduğu için, başkalarının hikâyesini görmek istemez, dinlemek istemez... Oysa birbirimizi dinlemek, birbirimizi duymak, acılarına, sevinçlerine ortak olmak için adımız insan...
İnsanın bir başka insanı dinlemediği bir çağ çağımız, kimsenin bir başkasına “Seni anlıyorum” demediği, “Tamam, seni dinlemeliyim. Belki de sen haklısın” demediği, herkesin kendini Tanrı yerine koyduğu...
Bilerek öyle yazıp söyledim, tamam herkes olmasa da insanların çoğunun kendini Tanrı’nın yerine koyduğu, onun adına konuştuğu, onun adına karar verdiği, yeni, utanmaz bir çağ değil, sadece acımasız ve zalim de...
Solcusu, sağcısı, komünisti, şeriatçısı bu çağın böyle oluşundan memnunlar. Bakmayın kimi zaman birbirleriyle kavga eder gibi yaptıklarına, “Sen şusun, ben buyum” dediklerine, hepsinin derdi daha çok servet edinmek, daha çok konfor içinde yaşamak...
Mesela hiçbirinin umurunda değil kuşların hikâyesi, açlığı, susuzluğu konuşunca hangi dilden konuştuğu...
Evet, insanlar nasıl konuşuyorsa kuşlar da öyle konuşurlar. Onlar da sevinirler, üzülürler, acı çekekler, hasret çekerler, kaybettikleri arkadaşları için...
Sonra kediler, köpekler atlar, özellikle kediler her gün hem kendileri ile konuşurlar hem insanlar ile... Şimdi birileri onların dilinden anlamıyor diye onlar konuşmuyor mu diyelim...
Saçma konular mı bunlar sence... Mesela bilmekteyim senin saçma dediğin bu konuları ben seninle konuşurken şehrin gazetecilerinin çoğu, yazarlarının çoğu yeni seçilen Belediye Başkanı’nın makamında nasıl bir çay içerim yarışında...
Ne kuşların hikâyesi ne kedilerin hikâyesi ne yok edilen talan edilen ormanların hikâyesi umurlarında...
Hatta o ormanları talan edenlere, el koyanlara övgü düzmekte çoğu, onları kutsamakta, belki daha başka şeyler...
Her mevsim ayrı bir renge girmekteler, adamına göre makale yazmakta, adamına göre söz söylemekte...
Yani ey hakım, ey şehir ahalisi, her geçen gün daha kötü şeyler olmakta ülkede ve şehirlerde...
İnsan kalmaya çalışanların işi zor, zor ben hakkı söylemeliyim, yalnızca hakkımı yemeliyim diyen insanların işi, ama bunların da sayısı çok azalmakta git gide...
Başınızı dağlara çevirin, görün dağların hikâyesini, sonra denizlerin, ormanların, bağın, bahçenin, sen bütün hikâye sahiplerine ihanet eden oldun ey insan, sen kalbini kirlettin önce...
Ondan görmez oldun, görmezden geldin arka sokaklarda yaşayan, zemin katlarda hayata tutunmaya çalışan insanların hikâyesini...
Ama hatırla ve unutma o insanlar için her cuma senin kardeşlerin olduğu söyleniyor camilerde. Kısaca biz kardeşlerimizden, kardeşliğimizden vazgeçtik bir avuç fazla dünyalık biriktirmek adına...
Kabil olduk hepimiz olmasa bile çoğumuz. Olmadık mı?