Öyle bir zamandayız ki, yazsan, konuşsan bir dert. Sussan ayrı bir dert... Kısacası, eğer ülken adına, insanlık adına, din adına, hak, hakikat adına bir derdin varsa, ne yapacağını bilemiyor insan...

 Konuş, yaz, söyle, ama kimselerin hakkı, gerçeği duymak istemediği bir zaman...

Talan, hırsızlık, haksızlık başını almış gidiyor, ama çoklarımız görmek istemiyor...

Ve birileri bizi birbirimizle kavga ettiriyor, “Senin partin, benim partim, benim cemaatim, senin cemaatin” diye... 

Onlar için kavga ediyoruz, onlar için üzüyoruz birbirimizi, ne zaman anlayacağız bu gerçeği...

Çoklarının mallarını, mülklerini, servetini çoğaltmaktan başka bir derdi yok, sen, senin için orada sanıyorsun...

İnsanın kalbi çatlayacak gibi oluyor kimi zaman...

Yazıp konuşunca, hakkı yazman, hakikati, gerçeği dillendirmen gerek, ama ülke insanının, şehir ahalisinin çoğunun böyle bir beklentisi yok... Herkesin kendini kutsadığı, kendi düşüncesini, kendi partisini, kendi grubunu, cemaatini, tarikatını aziz sandığı zamanlar...

Ne Allah’ın ne dediği ne Peygamberin ne söylediği umurunda çoklarının... Allah’ın yerine konuşanlar, Peygamber’in yerine ahkâm kesenler, ama hep parada, pulda, servette çoğunun gözü... 

Doğrudan yana, haktan, hukuktan yana gerçeği söylemeden yana bir derdimiz kalmadı çoğumuzun...

Ne Müslüman’ı tam Müslüman ne kâfiri tam Kâfir ne puta tapan belli ne Allah’a inanan...

Eskiden büyükler, “Başımıza taş yağacak” derdi. Artık o endişeyi taşıyan kalmadı. “Yağarsa yağsın” diyenler veya “Yağsın da ölelim, yok olalım” diyenler...

Ama sonunda olan oldu...

Hakkı unuttuk, hakikati duymaktan nefret eder olduk, sevgiyi, kardeşliği, komşuluğu rafa kaldırdık...

İnandığımızı söylediğimiz dini de kendi çıkarlarımıza, kirli işlerimize alet ettik...

Nereye baksak haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, hokkabazlık... En kötüsü haramzadeleri kutsadık, onların ya yanında olduk ya peşinden gittik...

Yoksulları hor görür, aşağılar olduk...

Yetimlere sahip çıkmayı unuttuk veya onlara yaptığımız kimi iyilikleri kendi reklamımız için kullandık...

Kendimize, ülkemize, kalbimize, sonra dinimize, inancımıza yazık ettik de, bunun farkında olmadık, olmak istemedik...

Mesela toprağa ihanet ettik, ağaçlara, dağlara ihanet ettik, çoğumuz yaşama hakkını sadece kendimize has sandı...

Başka canlıların ölümlerine, aç kalmalarına, üşümelerine aldırış etmedik...

Ölümü ve öleceğimizi unuttuk...

Sonuç bu: Sonuç acımasız bir dünya, acımasız adamlar, acımasız yöneticiler...

Aç çocuklar...