Nezaketli ve hoşgörülü olmak bizim toplumumuzda oldukça kıymetli olan değerlerimizdir. Nezaketen de olsa gülümsüyor, insanlarla sohbet ediyoruz. Özellikle iş ve arkadaş ortamlarında bunu yapmadığımızda bir problem olduğunu düşünebiliyor insanlar. Başka bir durumda bu nezaket ve hoşgörü içeren davranışları göstermediğimizde içinde bulunduğumuz gruplardan dışlanabiliyor veya ötekileştirilebiliyoruz. Ait olduğumuz grubun bir parçası olduğumuzu devam ettirebilmek için yapıyoruz bunu. Bazen içimizden gelmese bile insanları kırmak istemiyoruz. Beğenmemiş olsak bile beğenmişiz gibi tepkiler gösterebiliyoruz. Yeni alınmış bir kıyafet, yeni kestirilmiş bir saç, yakın arkadaşımızın görüşmeye başladığı yeni bir sevgili adayı gibi birbirinden farklı durumlarda beğenmiş gibi yapabiliyoruz. Çünkü karşımızdaki kişiyi kırmak istemiyoruz. Bizim düşüncelerimizden dolayı üzülmesini istemiyoruz. 
Bu nezaket ve hoşgörü içeren davranışlarımızda her zaman rol yapmıyor veya yala söylemiyoruz elbette. Gerçekten içten bir şekilde duygu ve düşüncelerimizi ifade ettiğimiz zamanlar da olmuyor değil. Ancak genel olarak benim yüzümden üzülmesin, benim söylediğime alınmasın diye çekindiğimiz kişi ve durumlarda gerçeği söylemektense gerçeği çarpıtmayı tercih edebiliyoruz. Bunu neden yapıyoruz? Farkında olmadan her gün belki de yaptığımız bu davranışı neden sürdürüyoruz? Doğruluk, dürüstlük hep savunduğumuz bir şeyse neden arada yalanlar söylemeye başvuruyoruz? Üstüne üstlük karşımızdaki kişileri kırmamak için yaptığımız bu davranışlarda neden kendimizin kırılmasına göz yumuyoruz?
Tamamen saf bir dürüstlüğün olduğu bir dünya hayali kuruyoruz. Ancak sosyal hayatımızda bunun gerçekleşmesi demek aslında hem arkadaşlıkların, ilişkilerin veya işlerin bozulması anlamına geldiğini biliyoruz. Zihin okumak dediğimiz başkalarının düşüncelerini hiçbir filtre olmaksızın öğrenme arzusu taşıyoruz. Ancak bunun olmasından çekiniyoruz. Çünkü o zaman insanlar onlar hakkında gerçek düşüncelerimizi öğrenir diye çekiniyoruz. Elbette her zaman için yıkıcı durumlardan bahsetmiyoruz. Burada konuştuğumuz şey daha basit olan pembe denilen yalanlar. 
Benim vurgulamak istediğim şey karşımızdaki insanı kırmamak veya üzmemek adına gösterdiğimiz nezaket dolu cümleler. Zaten alıngan birisi, ben bunu söylersem çok üzülür, ben değil de bir başkası söylesin diyerek teselli edebiliyoruz kendimizi. Peki tüm bunları yaparken kendi iç dünyamızda neler yaşıyoruz? Ya da normalde yapmayacağımız, yapmak istemediğimiz şeyleri neden yapıyoruz? Kendi duygularımızı neden görmüyoruz? Sonrasında akşam uyumadan önce keşke öyle demeseydim veya keşke şöyle şöyle deseydim diye neden kendi kendimizi yiyip bitiriyoruz? Neden kırıyoruz kendimizi?
İlk başta da söylediğim gibi ait olduğumuz gruplardan dışlanmak istemiyoruz. Bizi iyi olarak bilen insanların hala öyle düşünmesine devam etmesini istiyoruz. Bunu istemsizce içgüdüsel olarak yapıyoruz. Bizim kontrolümüz dışında gibi dursa da aslında öyle değil. Her insan kendi duygu ve düşüncelerini kontrol edebilecek güce sahiptir. Başkalarının düşüncelerine göre şekillenen duygulardan ziyade kendi isteğimizle, kendi hislerimizle şekillenen duygular daha kıymetli. Bir başkası seni seviyorum dediği için siz de sevme zorunluluğu hissetmeniz gibi. Oysa gerçekten sizin sevme duygunuzun gerçekleştiği bir ilişki daha güzel olmaz mı? Belki de arada bir kendi içimize dönmek, neler hissettiğimizi gözden geçirmek gerekiyor. Ben gerçekten ne hissediyorum, ne düşünüyorum, gerçekten söylemek istediğim şey bu mu gibi soruları kendimize sormanın zamanı geldi. Ne dersiniz?