Her sabah böyle deli divane sen aklıma düşünce...
Aklıma düşünce bir ekmek parasına sevişen kadınlar şehrin bir yerlerinde...
İçimde cevabını bulamadığım sorular...
Kilidi kırık bir kapı gibi kalbim kırık dökük...
Bir kahır bir kahır içimde...

Sırtımı şehre, şehrin kalabalıklarına dönüp dönüp...
Ekmek fırınlarına, manavlara marketlere...
Ne kadar acım varsa, ne kadar ağrıyan yanlarım...
Doldurup heybeme çekip gitmek istiyorum...
Sonra kendime sorduğum o soru...
Tamam, da, Mehmet Kaya senin gidecek bir yerin bile yok ki...
Belki bundandır ben gidecek yeri bile olmayan adamları, gidecek yeri olmayan kadınları ve çocukları, daha çok daha çok sevdim, pirinç dudaklı insanlardan...
Biliyor musun?
İnsanın kendi kendine dert oluyor, kendi kıvılcımını kemdi hazırlıyor çoğu zaman, kalbinin bir yerlerinde Allah korkusu varsa...
Ya da azıcık kulak vermişse Muhammed'e...
"Komşusu açken yatıp uyuyan öyle sabahlayan bizden değildir"

Yalnız yalnızlık kuşatmıyor insanı, serçe parmağına konan kuşların derdi de sarıyor...
Ne büyük bir çaresizlik başını alıp gidememek veya gidecek bir yerinin olmaması...

Gidecek hiç bir yeri olmayan, akşama yiyecek bulamayacak olan ne çok insan var sağımızda solumuzda veya dünyanın bir yerlerinde, aziz kitaba göre bize kardeş kılınan...
Kelimelere bile sığınamayacak zamanlar...
Aldırma sabah sabah hüzünlendim yine...
Kuşların, sonra göçmen çocukların düşlerini düşündüm...
Keşke onları dinleme anlama hevesi olsa insanın
Ne kuşlara hayat hakkı var, ne göçmen çocuklara yenidünya da...
Ne aşka...
Ne şiire...
Ne iyi insanlara
Sen bari bana değişmeyen bir şeyler söyle... Başlarına yıkılsın dünya, dünyayı Tanrı edinenlerin diyeceğim de, değmez demeye...