Uzun etmeden konuya girelim...Zor ve sakıncalı sözler diyeceklerimiz, ama diyelim...Denmesi gereken sözler denmediği için, uyarılması gerekenler uyarılmadığı için ülke bu hale geldi...Sonra bu yaşadığımız kentlerin berbat hali, fena yenildik karanlık işlere, karanlık fikirli kişilere...

Kimsenin hiç bir yetkilinin umurunda olmadı kentlerin yavaş yavaş öldüğü...Bol bol konuşuyorlar ahkam kesiyorlar, ama kimsenin yaptığı bir şey yok, kentlerin yavaş yavaş ölümüne...

Oysa yavaş yavaş öldü kentler, her bir ağaç kesilişinde her bir dal yere düştüğünde kentler ölüyordu çığlık çığlığa, ama en çok yetkili arkadaşlar duymak istemediler bu çığlığı...Sonra  her bir kuş şehri terk ederken hep "ben ölüyorum" dedi kentler insanlara, ne yazık insanlar duymak istemedi bu "ben ölüyorum" seslerini... 

Evet en çok kentlerin Belediye başkanları gözlerini kapadılar, kentlerin ölümlerine, sonra diğer yetkililer...Mesela kentin Valisi Kaymakamı Müftüsü, ve daha ötekiler...Camilerde edilen vaazlarda, okunan hutbelerde hiç bu ölümden söz edilmedi...

Ne oluyoruz ey insanlar, ey Mimarlar ey Mühendisler, ey beyaz adamlar ey zenginler "neden" bu narinciye ağaçlarını bu zeytin ağaçlarını kesiyorsunuz, diyen uyaran olmadı...Onlarında işine geldi bu sessizlik...

Ve şehrin ortasında, ya da girişlerinde çıkışlarında yükselen gökdelenler insanların vicdanını merhametini, aydınlık yanlarını Müslüman ve insan yanlarını gölgeler oldu...Ve o evlerin yapıldığı sitelerin güvenlik kapılarına " dilenci seyyar satıcı ve benzerleri giremez yazıldı" kocaman, asla izin verilmiyor artık bu insanların girişine...

O zaman nasıl olacak bu işler? Bir muhtaç nasıl çalacak bir efendinin kapısını? Yok hayır zaten gelmesinler diyenlerdenseniz söyleyecek sözümüz yok, öyle diyenlere...

Ve şimdi bütün kentler işgal edilmiş talan edilmiş, büyük vurgun yemiş gibi duruyor önümüzde...Ve efendilerimiz, sonra siyasetçiler, kimi yazarlar kimi gazeteciler, kimi sanayici adam, bunu bir gelişmişlik göstergesi olarak sunuyorlar ahaliye...Ve ahalinin çoğu da inanıyor bunlara neden inanıyorlarsa...

İçine bir muhtacın girmediği bir eve Allah'ın girdiğini kim söyleyebilir...Sen elinden tutulması gerekenin elinden tutmazsan, Aziz Allah senin elinden neden tutsun ki...Kendi rızasını gözetmeyenlerin hatırını neden gözetsin Allah?

Sokaklarında yetimlerin yoksulların ihtiyaç sahiplerinin "çok olduğu" kentlerin sokaklarını "ne çok aydınlatırsanız aydınlatın" karanlıktır işte, zalimdir, ve sonu çıkmaz sokaktır...

Nereden nereye geldik gibi...Bu kentler bu haliyle bizden çok başkalarının gibi...Binaların arasında görmeye çalıştığınız minareler de olmasa, vay halimize....

Eh bir de ezan sesi...Camiler hüzün deposu gibi dursa da, ezan sesi duyulmaya devam ediyor çok şükür...Ama on bin kişilik bir mahallede sabahları akşamları otuz kişi bile camiye gitmiyorsa "bizde" bir sorun vardır bence...İmanımızda ve kalbimizde bir sorun vardır, istersen buradan olsun düşünelim, bunun nedenini...

Dini anlama şeklimizde kitabı anlama şeklimizde bir sorun vardır...Ve Muhammed Mustafayı, Muhammed Mustafa’yı anlamamızda, ve örnek alışımızda bir sorun vardı, Onu örnek aldığını söyleyenlerden isek?

Bakın yine biz bize kaldık, yani derdi olanlar insan üstüne, şehirler üstüne, ve din üstüne...Oysa en çok kentleri talan edenleri bağları bahçeleri talan edenleri dağları ormanları talan edenleri yazacak, ve onlara ses çıkarmayan yetkilileri...

Yaptığınız ayıptır günahtır diyecektik...Ama her şeye rağmen çok fazla söz edilmiyor bu efendilere...Uzun uzun sorulmuyor mimar arkadaşlara "bu nasıl bir mimarlık anlayışı?" diye...Siz hiç mi sanattan şiirden anlamıyorsunuz? diye sorsak umurlarında olmayacak...Kim ki Kentlerin idaresinde söz sahibi ise, ve bu talanlara bu vurgunlara ses çıkarmıyorsa zalimler dendir...

Neyse bu gün de böyle bir yazı olsun...

Çok selam ile kalınız... Aziz Allah kalbi aydınlık sözü aydınlık  insanlardan eylesin her birinizi...