Yaşamakta olduğumuz badire ne anlatmakla ne de yazmakla biter. Yaşanan çelişkiler, ikilemler, dramlar, travmalar ve hakikatlerle ilgili gelecekte mutlaka ciltlerce kitaplar yazılacaktır. Bizde diğer dünya ülkelerine göre daha fazla çelişki, daha fazla ikilem ve daha fazla dram yaşanıyor. Elbette her ülkede yaşanıyor ama, bizde daha fazla.
          Şu bir gerçek ki, büyük bir ekonomik krizin içerisine düşmüş Türkiye, virüs salgınına hazırlıksız yakalandı. Salgın Çin’de 2019’da ortaya çıktığı için bu virüse Covit-19 adı verilmiş. Aralık 2019 itibariyle Çin’de yayılma baş gösterince bizde bazı tedbirlerin alınması için TBMM’de bir araştırma komisyonu kurulması için Ocak 2020’de bir önerge verilmiş, fakat bu önerge kabul edilmemiş, yani ret edilmiş. 10 Ocak 2020 tarihi itibariyle işin ciddiyeti kavranmaya başlanmış! Ülkemizde ilk vaka, resmi açıklamalara göre 11 Mart’ta görülmüş. Tabii, bu tarihe kadar herhangi ciddi bir tedbir alınmamış. Oysa, hem sağlık hem ekonomik tedbirlerin alınmasına önceden başlanmalıydı.
          Ocak 2020’de Umre’ye gidip dönenlerle ilgili herhangi bir tedbir alınmadığı gibi, dönenlere birtakım tavsiyeler ve bilgilendirmeler yapmakla yetinilmiş. Kutsal Toprakları ziyaret edenlere bir şey olmaz kabilinden her umreci yaşadığı şehrine, ilçesine, köyüne gönderilmiş. Bizim kutsal toprakları ziyaret edenleri ziyaret edip ellerini yüzümüze sürdürmek gibi faziletli saydığımız bir adetimiz var. Yaşadığımız ve kutsal saydığımız bu sosyal hakikat, Kabe’den ülkemize taşınan virüsün yayılmasına sebebiyet verdi. Covit-19’un tam da aradığı gibi;çok hoşuna gitmiştir! Bütçesi, 8 bakanlığın bütçesinden fazla olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konuda herhangi bir tedbir almaması göz ardı edilemez. Virüs belası def edildikten sonra mutlaka ki bu konular kamuoyunda tartışılmaya açılacaktır.
          Diğer taraftan Sağlık Bakanımızın solunum cihazları ile yaptığı açıklama da manidar! Bakanımız; “Yerli solunum cihazının seri üretimine başlıyoruz.” Diyor. Yani üretmiyoruz, bundan sonra üreteceğiz. Ne büyük bir handikap! Ne büyük bir gaflet! İçine düşürüldüğümüz halin acı bir ifşası! Yapmamız gerekenleri, başımıza bir haller geldikten sonra mı yapacağız? Bunun için mutlaka canlar kaybetmemiz mi gerekli? Allah’ım, sen bizim aklımıza mukayyet ol!
          “İki ayyaş!” diyerek hakaret edilen Atatürk, Türkiye’nin ilk halk sağlığı laboratuarı olan Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü’nü 1928 yılında kurdurtmuş. Kolera salgını nedeniyle 1938 yılında Çin’e 1 milyon adet kolera aşısı yollanmıştı.  Daha sonra da, 1940 yılında, aynı salgın nedeniyle bu ülkeye kolera aşısı gönderilmiş. Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü 2011 yılında kapatılmasaydı, Türkiye, tanı kiti ve aşı üretiminde bu denli geriye düşmeyecekti. Kapatılıncaya kadar bu enstitü çalışmalarını sürdürmüştür. Dünyanın değişik ülkelerine salgın hastalık aşısı üretip satan Türkiye –ki Çin bu ülkeler arasındadır- ne yazık ki bugün Çin’den “tanı kiti” ve aşı almaktadır. İbret alınacak bir durum!
           “Bir zamanlar maziye bak, ne kadar şendik!”